Tarık Tufan’ın son romanı “Kaybolan” listeleri alt üst ederken, kaybolma fikrini de sorgulatıyor. Tufan yeni romanında 40 yaşına giren bir adamın, Hakan’ın hikayesini anlatıyor. Kaybolduğunun kaybolduktan sonra farkına varıp hayatın en çetrefilli meselelerinden birinin, kim olduğunun peşine düşen bir adamın hikayesini… Edebiyathaber’den Ediz Macar, Kaybolan’ı sizler için mercek altına aldı.
Gerçekte kim olduğumuz sorusu belli yaş evrelerinde kendini hatırlatan bir soru olarak karşımıza çıksa da hayat kalesi içinde göz ardı edip yola bir şekilde devam etmeyi başarıyor insan. Ancak belli bir dönem geliyor ki, artık yapacaklarını yapıp bir şeyleri şekle şemale koymayı başarmışsa, eğer uğraşacak koşturacak bir şeyi kalmamışsa ya da pek az şeyi kalmışsa o zaman bu soru yeniden diriliyor. Ve o güne dek ertelenen cevap, artık beni bul diyor. Bul demesi kolay, bunu bulan kimse var mı sahiden? Kaybolan böylesi karmaşık bir labirentin içindeki Hakan’ın kendini içinde bulduğu bir tür hesaplaşmanın anlatısı.
Dışarıdan bakıldığında gayet düzenli ve özenilesi denebilecek bir hayatı var aslında. İyi bir işi, yaklaşık on beş yıldır süren evliliği, güzeller güzeli hanımı ve sakin bir ev yaşantısı. Tüm bunlar arasında kaybolduğunu anlamasına vesile olan şey şirketinde önüne konan doğum günü pastası. Sipariş üzerine yaşanmış, ısmarlama, düşük maliyetli bir fason hayat. Kendi hayatına bir de buradan bakmaya başlamasıyla hep unutmak istediği geçmişin çetrefilli dönemeçlerinde çakılı kaldığını fark etmesi bir oluyor. Bu kolay bir yüzleşme değil elbette. Kim olduğunu, kimin için yaşadığını kendine sorup durduğu bir derin kuyunun karanlığında ışık arıyor.
Yol bizi nereye götürür?
Diğer yanda ise şu his; etrafında bunca zaman ona bir şekilde destek olan, hatırşinas, hassas, hamiyetperver, rikkat sahibi tüm o insanlara en başta eşi Yıldız’a haksızlık mı ettiği sorusu. Bir deliliğin karanlık bahçesinde, tarumar edilmiş o bahçede, bir cinnetin kıyısında oturuyor gibi. Yıldız, Hakan’a yürekten bağlı. Sevgisi ve fedakarlığı ile ördüğü evliliğinin içinde akan yıllarında çocukluğunu, babası Reha Bey’in ve Serencebey Yokuşu’ndaki evlerinin soğukluğunu ardında bırakmış, sırlarının üstünü örtmüş, babasına duyduğu öfkeyi çocukluğunun kapı arasındaki bakışına gizlemiş bir kadın. Hakan’ın kaybolmuşluğu kadar Yaprak’ın dışa vuramadığı öfkesi ve hayal kırıklığı da hikâyenin önemli bir parçası. Her ikisi de başka başka sırlarla örülü hayatlarında gölgeleriyle birbirine tutunmuş iki insanın evliliklerinin içine girdiği açmaz, aslında artık kaldırılması gereken örtülerin zamanının geldiğinin habercisi. Hakan’ın yeni yaşı bunun başlangıcını yapan bir çıngırak gibi çınlıyor sadece.
Devamı Edebiyathaber‘de…