Doğan Kitap’ın kapak tasarımları ödüllü “Dünya Klasikleri Serisi” önsözleri ile okuyucularına küçük edebiyat defineleri sunuyor. Her klasikte farklı bir ismin önsözüyle karşılaşan Doğan Kitap okuyucularını, İvan Turgenyev’in unutulmaz eseri “Babalar ve Oğullar” da Yekta Kopan karşılıyor. Sizler için Yekta Kopan’ın kaleme aldığı Babalar ve Oğullar’ın önsözünü paylaşıyoruz… (Fotoğraf: Muhsin Akgün)
Has kitap okurlarının hem ilgiyle hem mesafeyle yaklaştığı bu metinler, kaleme alanın birkaç sayfa boyunca süren “kendini gösterme” çabasıyla sınırlı kalır çoğu zaman. Tam tersi de vardır dünya edebiyat tarihinde; ünü eseri geçmiş önsözler/sonsözler baş tacı yapılmıştır. Babalar ve Oğullar’ın bu yeni baskısı için kısa bir giriş yazmam istendiğinde, o tehlikenin soğuk nefesini ensemde hissettim haliyle. Ama bir yandan da, lise öğrencisiyken okuduğum bu klasiğin rüzgârına bir uçurtma bırakma mutluluğundan da geri durmak istemedim. Turgenyev’in en bilinen eseriyle ve onun nihilizmin simgesine dönüşmüş karakteri Bazarov ile tanıştığım yıl, iki önemli karakter daha girmişti hayatıma, Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı romanıyla Peçorin ve Dostoyeveski’nin Budala’sıyla Prens Mişkin. Bu üç karakter içinde ilgimi en az çeken Yevgeniy Vasilyiç Bazarov olmuştu açıkçası. Turgenyev’in romanında Arkadi Nikolayeviç Kirsanov ve Pavel Petroviç Kirsanov ile daha fazla ilgilenmiştim. Ama bütün mesafeme karşın Bazarov’un beni bir şeyler düşünmeye davet ettiğinin de farkındaydım. Bütün o nihilist tavrının arkasında ne vardı? Her tür otoriteyi, inançları ve geleneksel değerleri Rus toplumunun yüreğinden söküp atmak isteyen bu genç adamın itici gücü neydi? Rusya parçalanırken gelen ayak seslerini Bazarov’un hangi cümlelerinde bulabilirdim? Daha pek çok soru dönmeye başlamıştı zihnimde? Bu satırları, yıllar sonra kaleme alınmış bir özür yazısı olarak okuyabilirsiniz. Çünkü Friedrich Nietzsche’den Albert Camus’ye kadar birçok isimle tanışmama neden olan dürtü, Bazarov’u anlama çabamdı.
Önsözler yoldan çıkarır.
Has okur, bir kitabı eline aldığında –belki arka kapağı okuduktan, belki de birkaç sayfa ilerledikten sonra– bir yol haritası belirler kendine. Her okurun haritası farklıdır, okumanın güzelliği de buradan gelir. Ama önsözler, kimi zaman, o haritaların farklılıklarını ortadan kaldırır. Ara yolları görünmez kılar, ana caddelere fazlaca ışık düşürür. Yıllar önce Babalar ve Oğullar’ı ilk okuduğumda şu bölümün altını çizmiş ve günlerce bu satırları düşünmüştüm.
Pavel Petroviç, bıyıklarıyla oynadı. “Peki ya Bazarov’un kendisi neyin nesidir?” diye sordu kelimeleri teker teker vurgulayarak. “Bazarov mu neyin nesidir?” Arkadiy güldü. “Neyin nesidir, söylememi ister misiniz, amcacığım? “Lütfen, sevgili yeğenim.” “O, nihilisttir.” “Nasıl?” diye sordu Nikolay Petroviç. Pavel Petroviç ise ucunda yağ parçası bulunan bıçağını havaya kaldırdı ve kıpırtısız kaldı. “O, nihilisttir” diye tekrarladı Arkadiy. “Nihilist” dedi Nikolay Petroviç. “Latince nihil yani hiçbir şey’den
geliyor anladığım kadarıyla; demek ki bu söz… hiçbir şeyi tanımayan insanı anlatıyor?” “Hiçbir şeye saygı duymayan demeliydin” diye araya girdi Pavel Petroviç ve tekrar ekmeğe yağ sür meye koyuldu. “Her şeye eleştirel açıdan bakan” dedi Arkadiy. “Fark eder mi?” diye sordu Pavel Petroviç. “Evet, fark eder. Nihilist, hiçbir otorite karşısında eğilmeyen, ne kadar saygın olursa olsun hiçbir pren sibe inanmayan kişidir.” “Ve bu iyi bir şey, öyle mi?” diye kesti Pavel Petro viç yeğeninin sözünü. “Kişiden kişiye değişir, amcacığım. Kimi insan için iyidir, kimisi içinse çok kötü.”
Bazarov’un “hiçbir şeyi tanımayan hali” genç bir okur için ilgi çekiciydi elbet. Çıkacağım bütün yolculuklarda, geçmişin prensipleriyle mücadele etme arzusuyla yanıp tutuşuyordum ne de olsa. Ama yıllar sonra, şimdiki aklımla biliyorum ki, Babalar ve Oğullar’ı sadece bu bölümün izinde okumak ve nihilist Bazarov’un büyüsüne kapılmak yetersiz olacak. Bu bölüme fazlaca ışık düşüren bir önsöz, okurun kendi yol haritasını çizmesine engel olacak. Biliyorum ki, geçmişimden kopup gelen bir bölümün ışığına kapılmayacaktır iyi okurlar. İyi bir önsöz, kitap başlar başlamaz kendini unutturabilen önsözdür belki de.
Önsözler kabuk değiştirir.
Genç bir okurun zihninde, şu koca dünyayla hesaplaşabilmenin umutlarından biri olan bir kitap, yıllar sonra başka bir yüzünü gösterebilir. Babalar ve Oğullar’ı ilk okuyuşumda bir önsöz yazacak olsaydım, bütün hevesim Bazarov ile Arkadiy’den söz etmek üstüne olurdu. Oysa şimdi, Nikolay Petroviç ve Pavel Petroviç de aynı derecede ilgilendiriyor beni. Kitabın çok sevdiğim onuncu bölümünden bir örnek vereyim. Nikolay Petroviç’in “Her şeyi reddediyor, yani daha kesin bir ifadeyle, her şeyi yıkıyorsunuz… Ama yerine bir şey inşa etmek de gerekir” sözü üstüne Bazarov cevabı yapıştırır: “O bizim işimiz değil… Önce araziyi temizlemek lazım.” O yıllarda sadece Bazarov’un cevabıyla ilgilenen genç bir okurken, bugün Petroviç’in “Yerine bir şey inşa etmek de gerekir” sözünün de peşinde koşuyor zihnim. Tüm dünyada muhafazakârlığın yeninden tanımlandığı bir çağda, kuşaklar arası bir çatışmayı her yönüyle anlamak gerekiyor.
İşte bu nedenle, Turgenyev’in klasiği, kendi çağıyla sınırlı kalmayıp tüm zamanlara yayılabiliyor. İşte bu nedenle, günümüzün has okuru, anlatımındaki hantal yapıya/ağırlığa değil, meselesine bakarak yeniden okumak istiyor Babalar ve Oğullar’ı. İşte tam da bu nedenle, her baskının önsözü farklı oluyor, kabuk değiştiriyor.
Önsözler geniş zaman kipiyle konuşur.
Çoğu önsöz, sadece eldeki kitabı değil, bütün dünyayı kucaklamaya çalışır. Önsöz yazarı, bütün kitapları okumuş, bütün filmleri izlemiş, bütün dönemlerin içinden geçmiş, bütün karşılaştırmaları yapabilecek kas gücüne erişmiştir. Sizin anlayacağınız, bir önsöz yazarıyla bilek güreşine oturmak kolay değildir. Oysa ben, dirseğini masaya koyar koymaz bileği bükülen bir okur olmak isterim. Yıllar önce Bazarov’un nihilizminin, aşka kapıldıktan sonra uğradığı değişimi anlayamamış, ne yalan söyleyeyim bu bölümleri karakterin zayıf çizilmiş olduğu bölümler olarak değerlendirmiştim. Oysa şimdi görüyorum ki, Anna Sergeyevna Odintsova’ya duyduğu aşk ve reddedilmesi, Bazarov karakterinin boyut kazandığı, psikolojik derinliğin arttığı bölümler. 19. yüzyılın liberal babaları ile nihilist oğulları arasındaki tartışmada, her cephe bedeller ödeyecektir. Bazarov’un ödediği bedel de bu olur işte. Kitabı, on yıl sonra yeniden okuduğumda, daha da farklı şeyler düşünebilirim. Düşünmeliyim de. Eminim ki, bugünün okuru, kitabı sadece erkekler dünyasından değil, kadınların penceresinden de okuyacaktır. Anna, Katya ve Feneçka gibi karakterler sayfaların arasında gezinirken, aksini düşünmek ne mümkün. Demek ki, önsözlerin zaman kipine pabuç bırakmamakta fayda var.
Önsözler, insanın aklına beklenmedik anlarda düşer.
Lafı eğip bükmeyeceğim. Bu önsözü yazmam istendiğinde, samimiyetle korktum. Çünkü önsözlere mesafeli biriyim. Kendi bildiğimin aksine davranmak kokuttu beni. Ayrıca yıllardır babalar ve oğullar meselesi üstüne yazmaya çalışıyorum. Elime yüzüme bulaştıracağım birkaç satır, yıllardır yazdıklarıma da ihanet anlamına gelecekti sanki. Ben de, has okuru kızdırmadan, kısacık bir giriş paragrafıyla yetinmeye karar verdim. Derken, beklenmedik bir anda, bütün bu okuduklarınız düştü aklıma. O düşünceler, Nuri Bilge Ceylan filmi Ahlat Ağacı’nı izlerken çaldı kapımı. Ahlat Ağacı, kökler ve aile üstüne sarsıcı bir film. Sınıf öğretmenliği mezunu olup baba ocağına dönen Sinan Karasu’nun, kendisini ergenlikten erginliğe yollayan hayatla alaycı, öfkeli, bitmeyen hesaplaşması. Bütün bu hesaplaşmanın merkezinde ise babası var: Emekliliğine gün sayan öğretmen İdris Karasu. Babalar ve oğullar hakkında yazılmış ve çekilmiş en güzel filmlerden biri olduğunu düşünüyorum Ahlat Ağacı’nın. Sinan, tıpkı eğri büğrü bedeniyle toprağa tutunan bir ahlat ağacı gibi uyumsuz ve yalnız. Bu uyumsuz halinin nedeni de, yetiştiği topraklar. O topraklara kök salarak hesaplaşmaya giriştiklerinden biri olmak ile bütün bu kökleri parçalayarak özgürleşmek arasında salınıp duruyor Sinan. Ya ahlat ağacının biçimsiz halini reddedecek ya da babasının dediği gibi kahvaltısını bu ağacın tatlı meyvesiyle yapacak. Peki Bazarov’dan Sinan’a bir hat çekmek mümkün değil mi? Edebiyatın, sinemanın iyi takipçileri bilir ki, sanat bütün mümkünlerin kıyısındadır. Daha kimler kimler sahne alır o hattın üzerinde. Uyumsuzlardan oluşan bir aile tablosuna bakarken aynı sözler gelir akıllara: “İşte buradalar… Ya kuru kuyuya bir taş atacaklar ya da kendilerine hayat verecek suyu bulmak için kuyunun dibine, en dibe inmeyi göze alacaklar.” Turgenyev, Babalar ve Oğullar’da o fotoğrafların en sarsıcılarından birini çekmeyi başarmış. Yıllardır okuyup durmamız bundandır. Okur için, şu satırları geride bırakıp romanın dünyasına girme zamanıdır artık. Yazdıklarım ise, sadece Turgenyev’in estirdiği rüzgâra bırakılmış bir uçurtmadır. Okurlar bilir; değerli olan o uçurtma değil, onu uçuran rüzgârdır. İyi okumalar dilerim.