Ana Sayfa Kitap Yorumları Komşunun Tavuğu 2: Hamamböceği, Babil, Beyoğlu Sırları

Komşunun Tavuğu 2: Hamamböceği, Babil, Beyoğlu Sırları

Ekleyen okumakiyigelir

Doğan Kitap Yayın Direktörü Cem Erciyes, başka yayınevlerinin yayımladığı kitaplar arasında okuyup sevdiklerini tanıtıyor. Bu yazıda mercek altına aldığı eserler: Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Hamamböceği, Can Yayınları’ndan Babil ve İstos Yayıncılık’tan Beyoğlu Sırları.

İroniyi mesaja feda etmek

Hamamböceği

  • Ian McEwan, Çeviren Lale Akalın
  • Yapı Kredi Yayınları, 80 sayfa

Ian McEwan’ın yeni kitabı, yoksa kitapçığı mı demek lazım, tam anlamıyla bir hayal kırıklığı. Dünyanın en iyi kalemlerinden biri yazmış olsa bile, politikayı metnin önüne koyan, kitabı metaforlara boğan, bilgece, olgunlaşmış bir dünya görüşü yerine öfkeyle edinilmiş politik bir tavra hizmet eden, birilerini kırıp dökmek, hakaret etmek için, sırf bunun için yazılmış bir romanın nasıl da hiçbir şeye benzemeyeceğini gösteriyor.

McEwan’ın kitabını, Kafka göndermesi de kurtarmıyor. Kitabın günümüzün deli dünya liderleriyle ve Brexit ile olan ilişkisi gibi Kafka ile olan ilişkisi de basmakalıp çünkü. Hamamböceği, Kafka’nın Dönüşüm romanının bir uyarlaması. Zaten bu adından hemen anlaşılıyor. (Başka bir ihtimal Jo Nesbo uyarlaması olması… ama değil) Adını Gregor Samsa’dan alan Jim Sams adlı bir karakter yaratmış McEwan. Ve bu karakterimiz hamamböceğine dönüşen bir insan değil, bir insana dönüşen hamamböceği. Dönüştüğü kişi de aslında Boris Johnson… Brexit gibi, toplumu uyutmaktan başka bir işe yaramayacak bir şeyi hayata geçiren Boris Johnson kendinden önceki pek çok siyasetçinin yarım asırlık emeğiyle gelinen noktayı birden tersine çevirerek kendine siyasi rant sağlamaktan ötesini düşünmeyen bir siyasetçi. Bu sebeplerle belli ki Ian McEwan da ona çok kızmış. Haklı. Ama kızgınlığını Başbakanı insan kılığına girmiş bir hamamböceği yaparak ifade etmesi İngilizlerin çok sevdiği ironinin sınırları içinde kalamayacak kadar doğrudan bir metafor. Bu çok sevdiğimiz, Kazuo Ishiguro kadar Nobellere layık gördüğümüz yazarımıza yakışmayan doğrudanlıkta bir roman. Günümüz İngiliz edebiyatının gücü sakin sakin anlattığı hikâyelerin barındırdığı insani meselelerdir. Ian McEwan da Cumartesi, Beton Bahçe, Çocuk Yasası, Kefaret gibi romanlarıyla bunu defalarca en üst düzeyde ortaya koymuştu. Ama bu kez iki yüz yıl öncesine dönüp Jonahan Swift gibi bir siyasi satir yazmaya karar vermiş… Hiç iyi yapmamış, kitap hamamböceklerinin dünya siyasetini ele geçirmesiyle de yetinmeyip akıl fikir sahibi herkesi dumur edecek Tersinecilik diye bir akımın da İngiltere’yi teslim aldığı gibi kendince ironik, okurken sıkıcı bir metafora daha dalıyor.

Ne yazık ki bu roman bize isterse dünyanın en iyi yazarlarından biri olsun, mesajlı roman yazmaya kalktığında günümüz edebiyatçılarının büyük bir tehlikeye atıldıklarını ve çoğu kez işte böyle kötü metinler ürettiklerini gösteriyor.

Fransa’dan kısacık bir roman

Babil

  • Yasmina Reza, Çeviren Ekin Özlü Akseki
  • Can Yayınları, 165 sayfa.

Yasmina Reza, günümüz Fransız edebiyatının tipik yazarlarından biri. Ben onu biraz Eric Emmanuel Schmitt’e benzetiyorum. Esas ününü tiyatroya borçlu bir romancı. Malum, kendisi Sanat adlı oyunuyla tanınır. Neden ve nasıl olmuştu bilmiyorum ama 90’lardı galiba Sanat tüm dünyayı kasıp kavurmuş, Türkiye’de de tabii ki sahnelenmiş (aslında dünya trendlerini takip etmekte tiyatro dünyamız da pek mahirdir) başrolünü Can Gürzap oynamıştı. Mesela ben bu oyunu seyretmemiş olsam da Reza’nın adını hâlâ hatırlıyorum. Nitekim yakınlarda Türkçede çıkan yeni romanı Babil’in arkasında da kendisinin oyun yazarlığı hatırlatılıyor.

Babil adlı bu roman yazara 2016’da Fransa’nın en prestijli ikinci ödülü olan Renaudot’yu kazandırmış… Kitap 166 sayfalık neredeyse bir novella. Türkçede iki yıl önce yine Can Yayınları tarafından yayımlanan romanı Ne Mutlu Mutlulara da 152 sayfaydı. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü Schmitt’in de dilimize çevrilen böyle kısacık, bir insanlık haline zekice hem de duygusal bir dokunuş yaparak okurunu tavlayan romanları var. Bu kısacık romanlar sanki Fransa’da son yılların bir trendi gibi, pek çok popüler ismin novelladan hallice romanlar yazdığını ve epey popüler olduğunu görüyoruz. Küresel bir eğilim değil, halen Anglo Sakson dünyasında ‘tuğla gibi’ kitaplar çok okunuyor. Ama Fransızlar sosyal medyayı herkesten çok ciddiye almış olmalılar ki ince kitapları sever olmuşlar…

Babil adeta tek mekânlık bir tiyatro oyunu gibi diyebiliriz. Aslında çok az karakter var, Elisabeth, kendisi gibi bilim insanı olan kocası Pierre, Elisabeth’in hoş bir diyalog tutturduğu, asansör kullanmayan ve binanın önünde sigara içen komşusu Jean Lino, onun deli dolu karısı Lydie ve belki torunları (aslında Lydie’nin torunu) Remi. Bir de partiye katılan tipler var ama durumları orta halli bir komedi filminin yan karakterlerinden daha iyi değil…

Partiden sonra Jean Lino evlerine geliyor ve çok sevdiği karısı Lydie’yi öldürdüğünü söylüyor. Bundan sonrası komşuların gözünden Jean Lino’nun dramı. Aslında Reza tehlikeli sulara giriyor, bir an kendine hâkim olamayıp karısını boğarak öldüren bir adamı anlamaya çalışıyor. Hayır onun haklılığının peşinde değil, ama bir cinayetin nasıl da bir anda işlenebileceğini, öfke denilen şeyin bir an insanı nasıl esir alabileceğini her tür pişmanlık ve paçayı yırtma gayretini de içine katarak anlatıyor. Kahramanımızın bir an komşusuna hak verir gibi olması ve yaşadıkları macera ise karanlığın içine sürüklenmek nasıl da mümkün onu gösteriyor. Tabii Yasmina Reza bütün bunları dudaklarında bir tebessüm, alaycı bir üslupla anlatıyor. Karanlık bir durumu komik bir üslupla yazdığı için övülüyor zaten…. Neticede çok büyük bir roman değil evet, ama zaten yaşadığımız en önemli şeyler de insanlığın en büyük meseleleri hakkında olmuyor çoğu kez…

130 sene önce Beyoğlu

Beyoğlu Sırları-Tefrika Roman 1888-1889

  • Epameinondas Kyriakidis, Türkçesi (Karamanlıca): Evangelinos Misailidis. Hazırlayanlar: Evangelia Balta, Sada Payır.
  • İstos Yayıncılık,392 Sayfa

Hayır bu bir Beyoğlu anı kitabı değil. Ama ben o niyetle okudum. Bu nedenle de biraz hayal kırıklığına uğradım. Sanıyorum bu kitap hakkında okuduğum tanıtım yazısı beni böyle yönlendirmiş olmalı. Evet Karamanlıca konusuna bir merakım var, ama sadece bu merak için bu romanı okumayabilirdim.

Beyoğlu Sırları adlı roman 1888 yılında Yunanca olarak yazılmış ve tefrika edilmiş. Daha sonra Karamanlıca, yani sadece Türkçe konuşan ve yazan Rumların kullandığı Yunan harfleriyle yazılan Türkçe biçiminde tekrar yayımlanmış. Romanı Türkçeye çevirip Yunan harfleriyle yayımlayan, Karamanlıcanın en büyük hizmetkârı Evangelinos Misailidis. Yazansa Epameinondas Kyriakidis.

Roman önce İstanbul’da bir Rumca gazetede, eş zamanlı olarak Atina’da bir gazetede yayımlanmış, sonra kitap olarak basılmış ve daha sonra İstanbul’da çıkan Karamanlıca gazete Anatoli’de 165 bölüm olarak tefrika edilmiş. Kitabı yayına hazırlayan Evangelia Balta önsözünde bu kitabın 19. yüzyılda çokça yazılan “kentli gizem edebiyatı” türüne dahil olduğunu anlatıyor. Nitekim Türkçeye yıllar önce Paris Esrarı adıyla çevrilen bu türün en önemli eseri Les Vrais Mystères de Paris  (Eugene Sue) adlı romanın, Kyriakidis’in romanına isminden başlayarak epey bir ilham verdiğini görüyoruz… Avrupa’da yüzyılın ilk yarısında etkisini gösteren türün topraklarımıza varması 1890’ları bulmuş. Kentin arka sokaklarına, en alt tabakadaki insanlarına bakan, onların dünyasını anlatan bu romanlar soyluların ve burjuvaların dünyasına karşın hırsızların, fahişelerin, her türlü suçlu insanın yaşantısına değiniyorlardı. Bizim Beyoğlu Sırları’nda olduğu gibi üst sınıflara karşı da belli bir eleştiri içeriyordu.

Roman Kırım Savaşı sonrası İstanbul’da yaygınlaşan zengin ve lüks hayatın içinde geçiyor. Elçiliklerden yalılara, Adalardan Beyoğlu’na hemen her yere yayılan lüks ve eğlenceye Rum toplumun içinden yükselen bir eleştiri ve hatta yergi dile getiriliyor bu romanda.

Kitabın en ilginç yanı 1870 büyük Beyoğlu yangını ile açılması. Neredeyse tüm semti yutan yangın sırasında yaşanan kaosu, koskoca binaların mahallerin nasıl alevlere yenik düştüğünü insanların öldüğünü, birbirini kaybettiğini, bu arada hırsızların uğursuzların iş görmeye devam ettiklerini uzun uzun anlatıyor Kyriakidis.

Bu arada Feridiye Caddesi, Bursa Sokağı, Galatasaray, Kalyoncu Kulluk Caddesi gibi günümüzde hâlâ hayatımızın içinde olan sokakların o zamanki hayatı nasıl ağırladığını okuyor, mesela Feridiye Caddesi’nin o zamanlar bile tekinsiz bulunduğunu ve kibar insanların buradan uzak durduklarını öğreniyoruz. Ama en güzeli 19. yüzyıl İstanbulu’nda konuşulan Türkçeyi bize ulaştırıyor olması. Bazı paragrafları anlamak, alttaki küçük sözlüğe rağmen imkânsız. Ama bu romanın genelini belli bir zevkle okumaya engel olmuyor.

Yine de şunu söylemeliyim ki özellikle geçmiş zamanının insanlarına, ilişkilerine, değer yargılarına ve kaybolmuş bir dile, Türkçenin o dönemlerine filan merak duymuyorsanız, İstanbul Rumlarıyla ilgili değilseniz, sadece roman zevki için okunacak bir kitap değil Beyoğlu Sırları. Ama yukarıdaki meraklardan birine bile sahipseniz, kaçırmayın.

Benzer İçerikler

Yorum Yaz