Ana Sayfa Haberler 1940’ların New York’una baş döndürücü bir yolculuk: Kızların Şehri

1940’ların New York’una baş döndürücü bir yolculuk: Kızların Şehri

Ekleyen okumakiyigelir

İçindeki dairelerden birine yerleşme hayali kurduran bir tiyatro binası, “Arkadaş olsak ne eğleniriz” dedirten özgür ruhlu bir kadın, birbirinden renkli karakterler… Sene 1940, yer Manhattan’ın göbeğinde müstakil bir tiyatro binası. Bu tatlı curcunanın içinden geçen kocaman bir hayat… Vivian’ın 90 seneye yayılan ömrü, ‘Kızların Şehri’nde. (Kaynak: Hürriyet)

Güneşin tatlı bir arsızlıkla evlerin içine sızmaya başladığı bizlerinse sokakla bağımızın iyice koptuğu şu günlerde 1940’ların ışıltılı New York’una uzanmaya ne dersiniz? Elinizden tutacak olan, tam da isminin söylediği gibi, yaşam dolu, genç bir kadın: Vivian. Henüz 19 yaşında ve bizzat saygın ailesinin eliyle, Manhattan’ın göbeğinde bir tiyatro işleten -babasının tabiriyle aylak aylak dolaşan- Peg Hala’nın yanına gönderiliyor. Ve olaylar 1940 senesinde, dünyanın kalbinin attığı şehirde, bir tiyatro kumpanyasında nasıl gelişebilirse öyle gelişiyor: Eğlence, şahane arkadaşlıklar, bolca dans, içki ve çapkınlıkla…


Tüm dünyanın, ismini ‘Ye Dua Et Sev’ adlı çok satan romanıyla duyduğu Elizabeth Gilbert’ın yeni romanı ‘Kızların Şehri’, okuru Vivian’ın peşinde kalp çelici bir yolculuğa çıkarıyor.

Yolculuğun eğlencesinin sırrı; döneminin çok önünde özgürlükçü bir kadın olarak yarattığı Vivian’da olduğu kadar, yazarın 40’lardan 80’lere uzanan süreçte New York’u etraflıca tasvir etmesinde yatıyor.

Ve elbette; ikinci ana karakter diyebileceğimiz, kocaman, hantal bir binaya yerleşmiş tiyatroyu, Lily Playhouse’u tüm curcunasıyla gözümüzün önünde canlandırabilmesinde… İkinci, üçüncü sınıf oyunların, isimsiz dansçılar ve oyuncular tarafından sahnelendiği bu tiyatro binasındaki boş dairelerden birine yerleşmek arzusuna yakalanmamak zor!
Vivian ile ilk karşılaşmamız, 2010’da, Vivian’ın 90’ına gün sayarken yazdığı bir notla gerçekleşiyor. Görüyoruz ki; Angela adlı bir kadının kendisine yönelttiği “… artık babamın senin neyin olduğunu söyleyebilecek misin?” sorusuna yanıt vermek üzere, Vivian’ın yazdığı uzun bir mektupla baş başayız. Kasedi başa sarıyor Vivian ve bize New York’a gitmesiyle gerçek anlamda başlayan hayatını anlatmaya başlıyor. Sevgili büyükannesinden devraldığı dikiş becerisi sayesinde tiyatroda kendisini kostüm tasarımcısı olarak buluyor. Ama daha mühimi; birbirinden özgün karakterler olan ‘yeni insanları’ var artık: Halası Peg, onun en yakın arkadaşı (ve akıl hocası) Olive, Peg’in yıldız bir oyun yazarı olan, pek görüşmediği kocası Bill, ülkesinin işgale uğramasıyla kendisini Lily Playhouse’ta sığınmacı olarak bulan efsane İngiliz tiyatrocu Edna Parker Watson, Vivian’ın ilk gerçek aşkı Anthony… Ve elbette Vivian’ın ilk andan hayran kaldığı, şehirdeki özgür seks deneyimlerindeki eşlikçisi olacak arkadaşı Celia…


Roman adını, Lily Playhouse’u kalburüstü seyirci ve eleştirmenler nezdinde seviye atlayan oyunları ‘Kızların Şehri’nden alıyor. Billy’nin Lily’deki curcunalı hayata katılıp yazdığı, tiyatronun ‘geleneğinden’ hayli farklı olan bu oyunun yıldızıysa elbette İngiliz oyuncu Edna P. Watson oluyor. ‘Kızların Şehri’ macerası hem Vivian’ın hikâyesinin hem de romanın akışının kırılma noktası. Oyunun zirve günlerinde Vivian’ın, kendisini utanç içinde bırakan bir eylemi sonucunda aniden kasabaya dönmesiyle karakterimizin hayatı da roman da vites küçültüyor. Ta ki New York macerası yeniden başlayana kadar. Gilbert bu kez de İkinci Dünya Savaşı yıllarının umutsuz atmosferini örüyor satır aralarına. Vivian ve ‘insanlarının’ savaş esnasında ve akabinde değişip dönüşen yaşamlarını takip ediyoruz.

Devamı Hürriyet‘te…

Benzer İçerikler

Yorum Yaz