Çağdaş romantik yazına damgasını vurmuş olan Jojo Moyes tarihi kurguda da ustalık gösteriyor. Yazarın DEX Kitap’tan çıkan son eseri “O Yıldızın Altında” raflarda okuyucusu ile buluştu ve Oggito’dan Özlem Kömürcü bakın Moyes’in aşk romanlarında yarattığı değişimi nasıl mercek altına aldı.
Bundan on sekiz yıl önce, ilk romanı Sheltering Rain İngiltere’de yayımlandığında, yazar Jojo Moyes, sadece birkaç yıl içinde dünyanın en çok okunan yazarları arasında yer alacağını bilmiyordu. Çünkü aşk ve sorumlulukların gerçekleriyle yüzleşen, farklı kuşaklardan üç kadını anlatan bu roman pek ilgi görmemişti.
Sheltering Rain’den tam bir yıl sonra yayımlanan ve 1950’lerde, Londra’da geçen, arka planına tarihi alan bir aşk öyküsünü anlattığı ikinci romanı Yasak Meyve ile özellikle aşk romanı okurlarının dikkatini çeken Moyes, romanları art arda yayımlanırken okur kitlesini de giderek genişletiyordu. The Peacock Emporium, Üstümüzde Gökyüzü Altımızda Deniz, Silver Bay, Night Music, The Horse Dancer ve Sevgilinden Son Mektup adlı romanlarıyla aşk romanlarının çağdaş İngiliz edebiyatındaki yeni temsilcisine dönüştü.
2012 yılında, hayat dolu bir genç kadın ile hayattaki tüm umutlarını tüketmiş bir adamın karşılaşmalarıyla başlayan duygu dolu bir öyküyü merkezine alan Senden Önce Ben raflarda yerini aldı. 2016 yılında sinemaya uyarlanan bu roman, yazarın tüm dünyada tanınmasını ve neredeyse aylarca tüm çok satanlar listelerinin zirvelerini zorlamasını sağladı.
Bu romanın ardından sırasıyla Paris’te Balayı, Ardında Bıraktığın Kadın, Bir Artı Bir, Senden Sonra Ben, Tek Kişilik Paris Seyahati ve Sonsuza Dek Sen’i kaleme alan yazar, anlattığı hikâyelerin tarihsel, bilgisel ve psikolojik arka planlarıyla, aşk romanlarındaki değişimin öncüsü olarak adım adım ilerliyor. Evet, aşk romanları yazıyor; ve evet, bunu yaparken ufuk açıcı bilgiler, bakış açıları ve kurgu modelleriyle romanlarını “sıradan”dan “sıradışı”na taşımayı maharetle beceriyor.
Bu anlamda yazarın kariyerinde önemli bir kavşağı temsil eden yeni romanı O Yıldızın Altında okur karşısında. Moyes’in adeta, “Aslolan özgürlük ve kız kardeşlik; sonra aşk!” dediği bu yeni roman, birçok açıdan okunmayı hak ediyor.
Şimdiye dek yazdığı romanlarda dost sohbetlerinden ya da bir gazete kupüründen ilham almışlığı olsa da, kurgusal metinler kaleme almıştı Moyes. Ancak O Yıldızın Altında, 1930’ların Amerikan Buhranı günlerinde, Kentucky’de yaşanan gerçek bir hikâyeyi anlatıyor.
Büyük Buhran, milyonlarca Amerikalıyı zor durumda bıraktı. Her yerde bütçeler kısıldı ve işsizlik tüm ülkeyi sardı. Kütüphaneler ve kitapseverler de buhrandan payına düşeni aldı. Mayıs 1936’da gerçekleştirilen Amerikan Kütüphaneleri Derneği konsey toplantısında, Amerikalıların üçte birinin halk kütüphanesi erişimine sahip olmadığı tahmin ediliyordu. Dönemin First Lady’si Eleanor Roosevelt, tam bu sırada Gezici Kütüphane (Pack Horse Librarians) kampanyasını başlattı. 1935 ile 1943 yılları arasında yürütülen programda at sırtındaki kadınlar, Kentucky’nin en izole bölgelerinde yaşayan insanları kitaplarla buluşturmak için yıllarını yollarda geçirdi. Büyük başarıya ulaşan bu programın altı yıl içinde yaklaşık yüz bin kişiyi kitaplarla buluşturduğu biliniyor.
O Yıldızın Altında’nın ana karakteri Alice Wright. İngiltere’de sevgisiz ve renksiz bir hayat sürerken yakışıklı Amerikalı Bennett Van Cleve’in karşısına çıkmasıyla, kahramanımız özlemini çektiği sevgiyi ve mutluluğu bulduğunu düşünüyor. Bennett’la birlikte, hayalini kurduğu her şeye kavuşacağını sandığı Amerika’ya gidiyor ancak burada hiçbir şey hayal ettiği gibi olmuyor. Kasabanın altın çocuğu olan kocası evliliklerinde aynı parıltıları saçmazken, çiftimizle birlikte yaşayan kayınpeder, Alice’e baskıdan ve öfkeden başka bir şey sunmuyor.
Derken Alice’in karşısına, nefessiz kaldığı bu dört duvardan kurtulabileceği bir fırsat çıkıyor: Atlı Kütüphaneciler Grubu.
Kocasının ve kayınpederinin itirazları ve baskılarına rağmen, daha onlar ne olduğunu anlamadan, grubun cesur lideri Margery O’Hare’ın ardından dağlara doğru ilerliyor Alice. Etkileyici serüven de böylece başlıyor. Ailesinin despotluklarını ve cinsiyetçi baskılarını sarsmaya çalışan Margery, feminizm ve özgürlüğün çekici bir karışımıyla kendini kuşatıyor. O hem Alice hem de şehrin ücra köşelerinde kitap ulaştırmak için yollara düştükleri dağ ailelerinin ihtiyaç duydukları değişimin adeta mihenk taşı oluyor. Alice ve Margery, kardeşi madenlerde yaralanan Afro-Amerikan bir kadın olan Sophia’nın yanı sıra Beth, Izzy ve Kathleen’le birlikte ülke tarihine geçecek ve “kız kardeşlik” bağlarıyla birbirlerine güç vererek kadın özgürlük mücadelesinde yerini alacak bir hikâyeyi yaşıyorlar.
Devamı Oggito‘da…