Ana Sayfa Haberler Tragedyaların izinde bir distopya: Kuşların ve Yılanların Şarkısı

Tragedyaların izinde bir distopya: Kuşların ve Yılanların Şarkısı

Ekleyen okumakiyigelir

Suzanne Collins’in dünyayla aynı anda Türkçede yayımlanan romanı ‘Kuşların ve Yılanların Şarkısı’, ‘Açlık Oyunları’ serisinin en karanlık ve olgun kitabı. İlk üç kitapta Katniss Everdeen, bu kitapta ise Lucy Gray, kurtarılmayı bekleyen çıtkırıldım prensesler değil, her koşulda düştükleri yerden kalkabilen, azimli genç kadınlar. (Kaynak: Hürriyet Kitap Sanat / Barış Müstecaplıoğlu)

Türkiye’de çoğu kişi Suzanne Collins’le ve ‘Açlık Oyunları’yla, beyazperde aracılığıyla tanıştı. Halbuki kitapları dünya üzerinde 100 milyondan fazla satmış, Times’ın çok-satanlar listesinde aralıksız 260 hafta kalmayı başarmıştı. Pek çok edebiyat uyarlamasının aksine, filmlerde seyrettiklerimiz romanlardaki olay akışına son derece uyumluydu. Gene de kitaplarda daha karanlık bir anlatımın olduğunu, şiddetin daha çarpıcı aktarıldığını, öne çıkan temanın kahramanlar arasındaki aşk yerine özgürlük ve adalet mücadelesi olduğunu söylemek gerek.
İlk üç kitapta yaşananları, kendi halinde bir köylü kızdan ülkesinin kaderini değiştiren bir kahramana dönüşen Katniss Everdeen’in gözünden seyretmiştik. Otoriter bir hükümetin halk üzerinde baskı aracı olarak kullandığı bir ölüm kalım turnuvasına tanık olmuş, bu turnuvada ün kazanan Katniss’in baskıcı ve sömürücü devlete karşı isyanın bir sembolü haline geldiğini görmüştük.

‘YETENEKLİ BAY RIPLEY’İ HATIRLATIYOR


Serinin dördüncü ve şimdilik son kitabı olan ‘Kuşların ve Yılanların Şarkısı’nda, bu olayların 64 sene öncesine gidiyoruz. İlk üç kitapta ülkesini demir yumrukla yöneten zalim Coriolanus Snow’u, kendine bir gelecek kurmaya çalışan, soylu ailesinin varını yoğunu kaybetmesi nedeniyle zor durumda kalmış 18 yaşında bir delikanlı olarak buluyoruz. Snow’un adım adım karanlık tarafa geçmesini ve en canavarca eylemlerine bile kendince haklı nedenler üretmesini seyrediyoruz. Karanlık bir karakterin zihninde dolaştığımız, işlediği suçları maharetle örtbas edişine tanık olduğumuz bu anlatı, bir bakıma Patricia Highsmith’in unutulmaz romanı ‘Yetenekli Bay Ripley’i hatırlatıyor. Elbette Coriolanus’un hırsları çok daha büyük. Zarif Ripley’imiz bireysel tutkularıyla yetinirken, o bir ülkenin yönetimini ele geçirdiği anda bile doyuma ulaşmıyor.
Suzanne Collins, ilham kaynağı olarak eski dönemlere ait öyküleri kullanmayı seviyor. İlk üç kitabın Yunan mitolojisine olan merakından beslendiğini, kurguyu tasarlarken çok sevdiği Theseus mitinden ve gladyatör efsanelerinden bolca yararlandığını biliyoruz. Genç bir Atinalı prens olan Theseus’un öyküsünde, Giritliler kendilerine başkaldıran Atinalıları cezalandırmak için, bir grup Atinalı genci köleleştirir ve minotaur (canavar) tarafından avlanacakları labirente atar. Collins ise romanında gençleri o labirentte (Açlık Oyunları arenasında) minotaur’la değil, birbirleriyle savaştırarak şiddetin ve hayatta kalma arzusunun insanın içindeki canavarını nasıl uyandırdığını anlatıyor. Labirente kendi isteğiyle girip minotaur’u öldüren Theseus’un yerini ise kız kardeşi adına ‘Açlık Oyunları’na katılmaya gönüllü olan Katniss alıyor.

SHAKESPEARE’DEN İLHAMLA


İlk üç kitapta yaptığı zalimlikleri dışarıdan izlediğimiz, bu son kitapta ise gençliğinde yaşadıklarına, duygularına, korkularına ve hırslarına bizzat tanık olduğumuz, dünyaya onun gözlerinden baktığımız Coriolanus Snow’un ismi de tarihsel bir öyküden geliyor. Coriolanus, aslında William Shakespeare tarafından 17. yüzyılda kaleme alınmış bir tragedya. Romalı soyluları temsil eden Coriolanus savaşlarda kazandığı zaferlerle yönetimde hâkimiyet kurduktan sonra, daha aşağı sınıfların demokrasi ve özgürlük yönelimlerine şiddetle karşı geliyor. Yolsuzluk suçlamalarıyla şehirden kovulunca taraf değiştirip bu defa Romalıların düşmanı Volskiani halkıyla işbirliği yapıyor. Her iki Coriolanus da hırsları uğruna her şeyi yapmaya hazır, kaybetmeyi asla kabullenemeyen karakterler.


‘Kuşların ve Yılanların Şarkısı’nda, öyküye Coriolanus’un gönlünü kaptırdığı genç bir kız dahil oluyor. Lucy Gray isimli, hayvanlarla insanlardan daha iyi anlaşan bu kızın Açlık Oyunları’nda bir ölüm kalım mücadelesine girmek zorunda kalması ve Coriolanus’un da bu mücadelede onun mentörü olması aralarındaki fırtınalı ilişkiyi farklı boyutlara taşıyor. Öykü her zamanki gibi sürükleyici, Collins her zaman olduğu gibi detaylı tasvirlerden çok hareketli bir olay akışı tercih etmiş. Çevirinin de hayli başarılı olması, bu tarzı seven okurlara keyifli bir okuma deneyimi sunuyor

Devamı Hürriyet Kitap Sanat‘ta…

Benzer İçerikler

Yorum Yaz