Ana Sayfa Söyleşiler Nermin Bezmen’den Alzheimer’lı bir aşkın romanı: Unutkan Aşk

Nermin Bezmen’den Alzheimer’lı bir aşkın romanı: Unutkan Aşk

Ekleyen okumakiyigelir

Nermin Bezmen’in uzun bir araştırma döneminin ardından okuyucularına sunduğu Unutkan Aşk, raflarda yerini almaya başladı. Başarılı yazarla Ayşe Arman’ın gerçekleştirdiği keyifli sohbeti sizlerle paylaşıyoruz…

Veeee huzurlarınızda Nermin Bezmen….

Yeni romanı “Unutkan Aşk”ta yine çok sıkı bir aşk hikayesi anlatıyor. 20 yıldır evli Maya ve Atlas’ın aşk dolu evliliği, Maya’ya Alzheimer teşhisi konmasıyla allak bullak oluyor. Bezmen, günümüzde hayli yaygın olan bu hastalığı, bir aşk hikayesi üzerinden anlatıyor. Ne olduğunu bilsek de hakkında çok fazla fikir sahibi olmadığımız Alzheimer’ın en başından sonuna dek, aşama aşama ilerleyişine tanık oluyoruz.

8 ay araştırma yapmış, bu romanı yazabilmek için Bezmen. Hem çağımızın belası Alzheimer’ı anlatıyor hem de Alzheimer’lı bir aşkı anlatıyor. Ve “Akıl unutur, kalp unutmaz!” diyor…

Kendi annesi de Alzheimer’a yakalanmış Bezmen’in. Eski eşi Pamir Bezmen de beynine pıhtı attığı için zaman içinde demans sebebiyle, zihinsel melekelerinin bir kısmını kaybetmiş. Canından çok sevdiği bu iki insana da kendi bakmış. Bir gün aklında hep böyle bir roman yazmak varmış. Bugünlere denk gelmiş.

Aynı zamanda bilgi de veren çok çarpıcı bir roman. Eskiden 70’li yaşlarda rastlanırken Alzheimer, artık 60’lı yaşlara inmiş. Güzel, faydalı ve insanı düşündüren bir roman. İnsanın delicesine sevdiğin birinin yüzünü bile unutacak noktaya gelmesi korkunç bir şey olsa gerek. Finali de çarpıcı. Tebrik ediyorum Nermin Bezmen’i, denk gelirse mutlaka okuyun diyorum.

Yeni kitabınızı çok çok tebrik ederim. Yine aşk üzerine… Yine su gibi okunuyor… Ve insan pek çok şey öğreniyor… Ama bu kez konu biraz farklı. Nereden düştü aklınıza Alzheimer’ı yazmak, Alzheimer’lı bir Aşkı anlatmak…
-Epeydir aklımda olan bir şey. Kendi hayat anlayışım gereği, Alzheimer gibi acı ve ölümcül bir hastalığı, kendi dehşetinden kaçırıp, içine aşkla bir merhem sürerek sadece bir endişe romanı olmaktan çıkardım. Çünkü Alzheimer, hayatı sonlandırırken, aşk hayatı çoğaltan olgu. Biri, beyni yiyip bitirirken, diğeri yüreği devleştiriyor. Biri, ölmeden defalarca öldürürken, diğeri insana hayat katıyor. Arzum, bu iki organın iki tezat halini karşılaştırmak, buluşturmak ve sorgulamaktı. “Alzheimer, beyni ele geçirirken, aşkı sahiplenen yürek, nereye kadar mücadele edebilir?” sorusunu sordum hep yazarken.

BU ROMANI YAZMAK EPEYDİR AKLIMDAYDI ANNEMİ DE ALZHEIMER’DAN KAYBETTİM

Nasıl oluyor da konuya bu kadar hakimsiniz? Yakınınızda birileri Alzheimer mı yaşadı?
-Evet. Anneciğimi Alzheimer’dan kaybettik. Çok güçlü, müdanasız, hayat dolu, esprili, zarif ve enerjik bir kadındı. Resimle, müzikle, sporla yaşar, sanat olaylarını takip ederdi. Çevresi tarafından sevilir, sayılır, hayranlık duyulurdu. 87 yaşına kadar, yanına yardımcı almasına iknâ edemedik. Alışverişini yapar, apartmanının dört katını yürüyerek çıkar, merdiven tepesinde jaluzilerini tamir ederdi. Torunlarıyla rap yapıp, yerlerde topaç olduğunda 85 yaşındaydı. Sevgi dolu ve anlayışlıydı. Sonra bir gün, o hiç ona ait olmayan sert, kırıcı ses tonlamalarıyla konuşmaları başladı. Ardından içine kapandı, bedbinleşti, sebebini izah edemediği alınganlıkları ortaya çıktı, komşularıyla küsüşmeye başladı. Unutkanlığı farklı boyutlara geçiyordu. Hiç tarzı olmadığı halde, belli konularda mantıklı olmayan inatçı tutturmaları, direnmeleri, aksi söylenince kızgınlıkları baş gösterdi. Bin dereden su getirip, yanımıza taşınmaya ikna ettiğimizde, içimiz rahat etmişti. Ama bu, daha yaşayacağımız o çok acı süreci maalesef ertelemedi…

Annenizin Alzheimer sürecini ne kadar acılıydı?
-Yardım istemekten ziyade yardıma koşan, yaratıcı ve pratik zekâsı olan, o kadar dolu dolu ve güçlü bir kadındı ki; onun zihinsel, ruhsal ve bedensel olarak çöküşünü, acze düşüşünü izlemek çok acıydı. Yanında son derece kuvvetli durmama rağmen, odasından çıktığımda, hüngür hüngür ağladığım çok olmuştur. İşin kötüsü de ilk başlarda, o aciziyetinin, artık yardımsız yaşayamayacağının, kendisi de farkındaydı ve bu ona çok ağır geliyor, utanıyor, kalbi kırılıyordu ihtiyaç içinde yaşıyor olmaktan. Ama yine de arada bir neşelenir, kendi haliyle alay eder, hepimizi de güldürürdü. Sanırım, bu onun, Alzheimer’a meydan okuma şekliydi. Birkaç kez kendi başına bir şeyler yapmak istediğinde kazalar geçirdi. Ama hep direndi. Sonra doktor kontrolünde daha sakin yaşadığı bir evreye girdik. Sakin ama çöküşün hiç duraksamadığı evre! Ne var ki; kalan zamanın çok kısıtlı olduğunu biliyorduk. Karşılıklı sızlanıp, kahırlanmak yerine; onun beynini, faal tutmaya, bizimle hayatı paylaşmasına özen gösterdim. Bedeni izin verdiği ölçüde tabii. En çok çocukluğundan, babasından konuşmayı severdi. Ben de o hikâyeleri artık onun kadar iyi bildiğimden, tekrar tekrar anlattırırdım. Artık nerede yaşadığını bilmediği bir zaman geldi, babasından öğrendiği Rusça’yı, Almanca şarkıları ezbere söylemeye başladı. Yeniden çocukluğuna dönmüştü. Sonra bir gün geldi, o anılar da öldü. Ve annem sessizliğe gömüldü… Artık Alzheimer’a tamamen teslim olmuştu.

BAŞLANGIÇTA HASTA İÇİN DAHA FECİ… DERKEN HASTA YAKINI İÇİN ZORLUKLAR BAŞLIYOR

İnsanın bu kadar çok sevdiği birinin, günden güne erimesi, anılarını, kelimelerini, her şeyini kaybetmesi, sıfırlaması, hiçbir şeyi hatırlayamaması ne kadar ıstırap verici?
-Feci! Başlangıçta hasta için daha feci. Hele hele, güçlü, üretken, bir insan ise, zihninden eksilmekte olanların, bedeninin artık kendisine itaat etmemesinin farkındalığı daha vurucu oluyor. Alzheimer’ın hangi gün, hangi saatte, hangi aksaklıkla ilerlemeye devam edeceği belli değil. Hastanın düşüncelerinin, inandıklarının, kendi gerçeğinin realiteden ne zaman ne boyutta koptuğunu anlaması da zorlaşıyor kısa bir müddet sonra. Çünkü kıyaslama yapacak ya da bir evre önce düşündüklerini hatırlayacak bir zihinsel yetisi kalmıyor. Derken hasta yakını için zorluklar başlıyor. Hastasının zihninde her gün, her an değişmekte olan farklı gerçekleri algılayıp, onlara uyum göstermekle, kendi gerçek bildiği yaşamı arasında parçalanmaya başlıyor. İstediği kadar sevsin, yakınının Alzheimer’lının kafasındaki anlaması mümkün değil. Çünkü sabit bir dünya değil Alzheimer dünyası. Beyindeki değişikliklerle beraber, hasta sadece bedensel değil, büyük ölçüde ruhsal değişimler, iniş çıkışlar-çöküşler yaşıyor. Hasta, Alzheimer’a tamamen teslim olduktan sonra ise seven yakınının/yakınlarının tek başına kaldığı acılı bir dönem başlıyor.

Akıl gelip gidiyor mu? Bir ara perde açılıyor, hatırlıyorlar… Ve sonra hemen kapanıyor mu?
-Süreci ve kesin neticesi itibariyle tipik özellikler gösterse de, her kişide, hastalığın gidişatını, hastanın kendi bünyesi, karakteri, yaşam ve bakım koşulları belirliyor. Çok başlarda, hasta, unutkanlıklarının farkına varıyor. Ama unuttuğunun ne olduğunu değil de sadece unuttuğu bir şey olduğunu hatırlamak gibi. Bu, hasta için çok zorlayıcı ve sıkıntılı bir dönem. Çünkü farkındalık endişe getiriyor. Alzheimer’da, unutkanlık, en yakın zaman dilimlerinden başlıyor. Sonra geçmişe doğru ilerliyor. Arada, hastanın kendisini içinde bildiği, gerçeği o olduğuna inandığı zaman dilimi ne ise, oradan bir şeyler su üzerine çıkabiliyor ya da tamamen hayâl mahsulü de olabiliyor.

Annenizle yaşadığınız bu üç yıl, size en çok ne öğretti?
-Çok şey! Sabrıma sabır katmayı, empati yeteneğimi yükseltmeyi… Sevgisi, şefkati ve disipliniyle büyüdüğüm güçlü bir anneye, annelik yapabileceğimi öğrendim. Bir de bu Alzheimer illetiyle mücadele ederken, annemin hepimizi bir arada sevgiyle tutmuş olmasının önemini bir kez daha fark ettim.

Devamı armanayse.com‘da…

Benzer İçerikler

Yorum Yaz