İstanbul eski müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı ‘Din ve Değişim’ kitabı ile raflardan ‘medya hocaları’, ‘yeni sınıflar’, ‘dünyevileşme’ ‘insan hakları’, ‘İslamcılık’ gibi birçok başlığa ışık tutuyor. Çağrıcı “Gençlerde görülen Deizm benzeri sapmaların en büyük sebebi dindar çevrelerin onlarda oluşturduğu hayal kırıklığı. Buna itirazı olanlar birkaç saatini sosyal medyaya ayırsın. Bu konuda orası iyi bir gözlem alanı” diyor. Karar’dan Saliha Sultan ile yeni kitabı üzerine ilgi uyandıran bir söyleşi gerçekleştiren Çağırıcı’nın tespitleri oldukça dikkat çekici. Sizler için bu keyifli sohbeti paylaşıyoruz…
Doğan Kitap’tan yayımlanan ‘Din ve Değişim’ kitabında ahlaki olmayan bir din ve dindarlık anlayışına karşı çıkan KARAR yazarı Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı: “Gençlerde görülen deizm benzeri sapmaların en büyük sebebi, dindar çevrelerin onlarda oluşturduğu hayal kırıklığıdır. Buna itirazı olanlar, birkaç saatini sosyal medyaya ayırsınlar. Bu konuda orası iyi bir gözlem alanıdır.”
Eski İstanbul Müftüsü ve KARAR yazarı Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın ‘Din ve Değişim’ kitabı, Doğan Kitap tarafından okurla buluşturuldu. Prof. Dr. Çağrıcı kitabında ‘medya hocaları’, ‘yeni sınıflar’, ‘dünyevileşme’ ‘insan hakları’, ‘İslamcılık’, ‘kadına şiddet’ gibi güncel sorunlarımıza ışık tutan birçok başlık altında günümüz Müslümanlarının düşünme biçimine katkı sağlayacak derinlikli düşüncelerine yer veriyor. Çalışmasının özünde birbirinden koparılan din ve ahlak kavramlarına dikkati çekerek ahlaki olmayan bir din ve dindarlık anlayışına karşı çıkan Prof. Dr. Çağrıcı ile KARAR okurları için konuştuk.
‘Şekilci Dindarlıktan Ahlaki Dindarlığa’ alt başlığıyla yayımlanan ‘Din ve Değişim’ kitabınızda, ‘değişim’ kavramından kastınız nedir? Sözünü ettiğiniz değişimi ne bakımdan olumlu buluyorsunuz?
Kitabın sunuşunda bu isimle ne kastettiğimi belirttim. Burada ‘değişim’den kastım, tabii ki dinde değişim değil, geleneksel din anlayışımızda değişimdir. Kısaca belirtecek olursam, İslam dünyası takriben bin yıl öncesinden bir durağanlık dönemine girdi; kendi dinamikleri ve kültürel kaynaklarıyla kendini adım adım yenileyemedi. Batı’da XVI. yüzyıldan başlayan, arkasında özgür düşünce ve bilimsel bilginin bulunduğu büyük değişim ve dönüşümü zamanında ve yeterince fark edip izleyemedi.
Sonuçta zamanın ruhuna uygun düşecek, çağın taleplerini karşılayacak şekilde kendini dönüştüremedi. Nihayet Müslüman dünya değişime karşı direnen katı muhafazakârlarla tamamen Batılı değişim kültürüne teslim olanlar şeklinde iki kutba ayrıldı. Halen neredeyse bütün İslam toplumlarında bu iki kutup arasındaki çatışma devam ediyor. Diğer sorunların temelinde de bu var. Ama İslam toplumları kendi kültürel kodlarıyla uyumlu bir değişim ve yenilenme sürecini başlatmak zorundadırlar. Her şeyin hızlı aktığı çağımızda bu değişim ve yenilenmeyi de hızla başarabiliriz.
‘Değişim’ kavramı Müslüman coğrafyada ‘âlimler’ nezdinde daha çok kadınlar üzerinden gündeme geliyor. Siz de kitapta ‘kadına şiddet’, ‘bizim ulemanın zihnindeki kadın’ gibi başlıklar altında kadına bakışı inceliyorsunuz. Bütün kötülüklerin anası neden ‘kadın’ olarak görülüyor?
Bence asıl sorun kadın değil –sizin de soruda belirttiğiniz gibi- ‘kadına bakış’tır. Aslında Modern zamanlara kadar dünyada da kadınlar, erkeklere göre ikincil bir konumda sayılır ve öyle muamele görürlerdi. Mesela bütün Yahudi ve Hıristiyanlarda kadının aşağılanmasıyla ‘ilk günah’ inancı arasında sıkı bir ilişki bulunur. Tevrat’ta göre Havva eşi Âdem’i kandırarak ona yasak meyveyi yedirtmiş, insanoğlu ilk günaha kadın yüzünden bulaşmıştır. Kur’an’da yeri olmadığı halde bu telakki İslam kültürüne de girdi.
Ama asıl mesele güçle ilgilidir. Beden gücünün değerli olduğu eski dünyada bu gücüyle ülkeyi savunan, aileyi koruyup besleyen, dolayısıyla daha değerli olan erkekti. Ama çağımızda bilim ve teknolojinin gelişmesi erkeği tahtından indirdi. Muhafazakâr fıkıhtaki nikâh akdini bir ‘mülkiyet akdi’ olarak gören klasik ulema ve onların etkilediği dindar çevreler halen direnseler de kadın telakkimiz de değişecektir. Bence önümüzdeki asıl mesele, bu değişimi kendi değerlerimizin ışığında başarabilmemizdir.
SORUN CEMAATLER DEĞİL İŞİNİ YAPMAYAN İLAHİYATÇILAR
Müslümanlar için önemli olan ‘cemaat’ kavramı ciddi bir kırılma noktası yaşadı yakın tarihimizde. Modern insanın kodları ise aşırı bireycilik ve özgürlükçülük üzerine kurulu… Sözünü ettiğimiz kırılma sonrası, cemaatlerle araya giren mesafenin toplumu daha az dindar olmaya doğru götürebileceğini düşünmeli miyiz?
Maalesef biz kendi değişim ve yenileşmemizi kendi kültür ve medeniyet birikimimizle birlikte gerçekleştirmedik. Öte yandan dünya bir yandan değişmekte, bir yandan da küçülmektedir. Bu durum biz Müslümanları da değiştirmekte; fakat bu değişim yozlaşma da üretmektedir. Bizim kültürümüzün önemli özelliklerinden biri, bugün Batı etkisinde gelişen bireyciliği, bencil ve adaletsiz çıkarcılığı reddetmesi, dayanışmacı-paylaşmacı karakterde olmasıdır.
Ulema bu karaktere uygun bir değişim ve yenileşmeye öncülük etmedikleri için günümüzde kimi cemaatler kültürümüzdeki birlik ruhunu istismar etmektedirler. Yani asıl sorun cemaatler değil, işini yapmayan ulema ve ilâhiyatçılardır. Sorunu gidermenin, yani hem Batı tarzı bireycilik ve özgürlük tuzağından hem de kötü niyetli ‘cemaatler’ tuzağından toplumumuzu korumanın tek yolu, ulema ve dinî entelektüellerin belirttiğim olumlu değişim ve yenileşmeye öncülük etmeleridir.
Uzun yıllar İstanbul gibi bir şehirde müftülük yapmış birisiniz. Son birkaç yıldır yükselen ‘deizm’ tartışmalarının ışığında, sizce günümüz ilahiyat dünyası ya da din görevlileri gençlere ulaşabiliyor mu? Ya da ulaşabilir mi?
Çok kısa söyleyeyim: Hiç kimse o yana bu yana saptırmasın. Özellikle gençlerde görüldüğü söylenen bu deizm benzeri sapmaların en büyük sebebi, dindar çevrelerin onlarda oluşturduğu, travma derecesine varan hayal kırıklığıdır. Buna itirazı olanlar, birkaç saatini sosyal medyaya ayırsınlar. Bu konuda orası iyi bir gözlem alanıdır.
Devamı Karar‘da…