Ana Sayfa Söyleşiler Herkül Milas ile Aile Mezarı üzerine…

Herkül Milas ile Aile Mezarı üzerine…

Ekleyen okumakiyigelir

Kitabın kapak fotoğrafı bile sizi içeride film gibi bir hikâyenin beklediğini söylüyor aslında. Doğan Kitap tarafından yakın zamanda yayınlanan “Aile Mezarı” kitabının çok sevgili yazarı Herkül Millas’la, Ajandakolik editörü Nilüfer Türkoğlu keyifli bir sohbet gerçekleştirdi. (Kaynak: Ajandakolik)

Ölümü aralıklarla düşünmemin aksine mezarımın nasıl, ne şekilde olması gerektiği üzerine kafa patlatmış biri değilim. Bunda genç olduğum çıkarımında bulunacaksınız muhakkak. Ama insan mezarını düşünür mü? Ya da şöyle söyleyeyim, tüm aile aynı mezarda olmayı, kuşaklarca aile mezarında “birlikte yatmayı” hesap eder mi? Bunu tıpkı bu romandaki gibi dedeler yapıyor sanırım! Çünkü ben hiç düşünmedim… (Ailemde düşünen oldu mu peki?)
Bugüne kadar Türk ve Yunan ilişkileri üzerinde 10’un üzerinde kitap yazmış ve çevirmiş Herkül Millas’ın “Aile Mezarı” romanı, üç kuşak bir ailenin etrafında dönen dramatik bir mezar öyküsü.
Millas’la mezar kavramından yola çıkarak toprak, etnik kimlik, memleket gibi konuları ele alırken bugün hâlâ dinmeyen bir yara olan mülteci sorununu da konuştuk.

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun biri olarak size hocam demek isterim öncelikle. Okuldaşız ne de olsa… Bir de serde Giritlilik var ama ne yazık ki Yunanca bilmiyorum. Açıkçası Yunan Dili ve Edebiyatı bölümü okumayı da isterdim. Sizinle söyleşi yapmak benim için ayrı bir özel anlam içeriyor o yüzden… Özlüyor musunuz Dil Tarih yıllarını?

Ben geçmişimden çok memnumun, Nilüfer. Bu sorunsuz ve hep dertsizdi demek değildir, ama hoştu, sıkıntıları da olan ilginç bir macera gibi. Arada bu geçmişi düşünür ve anarım. Buna özlem demezler herhalde. Belki de özlemi, pek beğenmediğim aldatıcı romantizm saydığımdan olacak, kendime yakıştırmak istemiyorum. Dil Tarih dönemim benim ilk hocalık deneyimimdi. O ilk öğrencilerimle hoş bir ilişkim olmuştu. Bir daha bunu yaşamayacağıma hayıflanıyorum.

Hocam yakın zamanda  “Aile Mezarı” romanınız çıktı. Şimdiye kadar yazdığınız kitaplar arasında derlemeler, makaleler, çeviri metinler var. Bu sizin ilk romanınız mı, yoksa yanılıyor muyum?

Evet ilk romanım. Muhtemelen de son romanım!

Ah öyle demeyin lütfen! Romanda üç kuşak Rum bir ailenin hikâyesini anlatıyorsunuz. Ancak bu hikâye, daha çok etnik kimlik arayışı, göç etmek zorunda bırakılma ve iç hesaplaşmalar üzerine kurulu… Bir ailenin, özellikle ilk kuşak dede Adonis’in isteğiyle kendilerine mezar yapma derdi, çabası ise kitabın başlıca unsuru. Mezar burada gerçek anlamının dışında metaforik de bir anlam içeriyor diyebilir miyiz? Kitabın konusunu biraz sizden dinleyelim…

Bu söyleşinin bütünü için geçerli olan bir not düşeyim. Her edebi metin gibi bu romanın da farklı okuyuşları olabilir. Benim ne düşündüğüm ve ne yapmak istediğim, okurun algısından farklı olabilir. Bu durumda okura “şunu şu biçimde görmen gerek” dersem onun hakkını yemiş olurum. Acaba kendi okuyuşumu şu an dile getirsem mi diye tereddüt ediyorum! Romanımı okuyanların genellikle aklımdakileri her zaman görmediklerini seziyorum. Örneğin Rum okurlaran “Bizim hayatımızı güzel anlatmışsın” diyenler oldu. Ama Rum olmayan çok saygın bir eleştirmen “Kimliklerle ilgili herhangi bir ülkede yaşanacakları yazdın” dedi. Ben ise benimle ilgili bir hikaye yazdım: çevremi. Karmaşık duygularla; sevgi, eleştiri ihtiyacı, acılı durumlar, çok komik durumlarla…

ROMANIN ÇIKIŞ NOKTASI OLAN CÜMLE: “BEN İZİN VERMEDEN O MEZARA GİRECEĞİNİ SANIYORSAN ALDANIYORSUN” 

“Aile Mezarı”nı ne zaman yazmaya başladınız? Bu bana sanki yıllara dayanmış, uzun soluklu yazılmış bir roman hissi veriyor. Arka kapakta yazıldığı gibi hikâyenin sizin hayatınızla gerçekten bir ilgisi var mı yoksa tamamiyle kurgu mu?

Ben gençken aile içinde benzer mezar olayı yaşanmıştı. Sürtüşmeler oldu ve bir ara biri, “Ben izin vermeden o mezara gireceğini sanıyorsan aldanıyorsun” gibi bir cümle kurdu. Hayatımda duyduğum en trajikomik laftı bu! Ölümle kişisel sürtüşmeyi böylesine ucuz bir çerçevede ele almak insanın çiğliğini gösteriyor duygusunu yaşadım. “Bunu yazmak gerek” diye yıllarca aklımdaydı. Ama romanı bir oturuşta yazdım sayılır. Sanıyorum yaklaşık üç ayımı aldı. O ilk dürtüyü sağlayan cümleyi de kattım romana.

Bence hiçbir anlatı “tamamıyla kurgu” değildir. İnsan masal uydururken bile iç dünyasına danışır. Ama iç dünyasının arkasında kendi deneyimleri, duyguları, umutları, özlem duydukları, yorumları ve algıları vardır. Metin, yazarın iç dünyasının kurgusudur, kurgu ama yine de iç dünyası. Romandaki tabii ki benim hayatım, bir yerde… (Devamı Ajandakolik‘te)

Benzer İçerikler

Yorum Yaz