Ana Sayfa Haberler Eflatun Kuşağın Peşinde: Geçmişten gözünü kaçırma!

Eflatun Kuşağın Peşinde: Geçmişten gözünü kaçırma!

Ekleyen okumakiyigelir

Gazeteci Fergün Atalay ilk kitabı ‘Eflatun Kuşağın Peşinde’de ‘dünyanın Şark çıbanı’ olarak nitelendirdiği Diyarbakır Cezaevi’ni, sevdikleri elinden alınmış küçük bir çocuğun gözünden anlatıyor. Karakteri Dicle’nin altı ve 36 yaşlarından yola çıkarak Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan acıları, kitabın sayfalarına mıhlıyor. (Kaynak: Hürriyet)

Travması olanlar mental olarak aynı duyguda asılı kalıyor. Hele ki bu acıların aslında sorulabilir hesapları varken ve kimse yaşananları duymak dahi istemezken, 30 yıl sonra bile insanın içindeki ateş sönmüyor. ‘Eflatun Kuşağın Peşinde’yi okurken anlıyorsunuz ki bu memleket acının, gözyaşının dinmediği, kimsenin kimseyle hesaplaşmaya lüzum görmediği ama geçmişin acısını da gömmeyi beceremediği bir coğrafya olmanın ötesine gidemiyor. Kitabın kahramanı Dicle de bir felaketin geride kalanı. Dicle’nin çocukluk travması olarak gördüğümüz, aslında Türkiye’nin travması.


Diyarbakır Cezaevi’ni anlatan bir belgesel çekerken tutuklanan gazeteci Dicle’nin altı yaşından beri bütün yükleri tek başına sırtlamak zorunda kalmasının, kendi kendini hapsettiği yalnızlığın ne denli derin acılar barındırdığı “Geçmişten gözünü kaçırma, unutmak kaybetmektir” cümlesinin içinde saklı gibi. Başkalarıyla aralarına görünmeyen duvarlar ören insanları, o duvara rağmen görebilmeni sağlıyor kitap. Bu yalnızlığı aşabilmek insan evladının tek başına altından kalkabileceği bir durum değil. Bazı acılar için adaletin devreye hemen girmesi gerekiyor. Gazeteci Fergün Atalay’ın ilk kitabı ‘Eflatun Kuşağın Peşinde’ tam da bu sınanma üzerine… Yazar geride kalanların ağır travmalarını Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlardan yola çıkarak yazdığı kurmaca romanında çarpıcı ama bir o kadar da yalın bir dille anlatıyor. Bir ilk roman için yaratılan karakterler, anlatılan insan öyküleri çok sağlam. Atalay, sinematografik bir olay örgüsü kurgulamış. Okurken, “Keşke filmi çekilse” demediğim tek bir an bile hatırlamıyorum.


Kitabın kahramanı Dicle de yazar gibi gazeteci. Bu nedenle Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan acılar ve bu acıların tarafları hem çok içeriden hem de çok nesnel yazılabilmiş. Fondaki insan hikâyeleriyle Türkiye’nin siyasi ikliminin izlerine ve yakın geçmişine de tanıklık etmeniz mümkün. Hikâye, yakın geçmiş ve 30 yıl öncesi üzerinden kurgulanmış. Sık sık duyduğumuz, bazen de şımarıkça sığındığımız “Coğrafya kaderdir” cümlesinin aslında ne demek olduğu bu romanda bir kez daha anlaşılıyor. “Ne çok acı var”, sayfaları çevirirken yürekten hissettiğiniz bir cümleye dönüşüyor, artık bazı acılara uzaktan değil yakından bakmak zorunda kalıyorsunuz. Buna rağmen sürükleyiciliği düşmüyor hikâyenin. Bir an önce Dicle’ye hak ettiği görünürlüğü sağlamak, altı yaşındaki çocuğu acılarından özgür bırakmak istiyorsunuz.

Devamı Hürriyet‘te…

Benzer İçerikler

Yorum Yaz