“Bir Taşra Köpeği” kitabının yazarı ve Ahlat Ağacı filminin senaristlerinden Akın Aksu, yeni kitabı “Ay Işığı” ile okurlara, çetin bir kış gecesinde dolunaya doğru uzanan bir yol hikayesi sunuyor. “Ay Işığı”nda taşra illerinde hiçlikle sınanan yaşamların sorgulanmaya değer başkaldırısını sık diyaloglar ve doğanın aklı zorlayan gövde gösterisi içinde okuyoruz. (Milliyet Kitap Sanat)
Akın Aksu’yu Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filminin senaristlerinden biri olarak tanıdık. Aksu, bu kez de “Ay Işığı” adlı metniyle okurların karşısına çıkıyor. Hiçliğin hakim olduğu coğrafyalarda geçici ya da kalıcı yaşamların üzerlerine bir koku gibi sinen atalet duygusunun adeta üstünden geçerek uzanan yollara Müdür ve Öğretmen karakterleriyle birlikte düşüyoruz. Çetin kış havasına rağmen yolculuklarını tamamlamakta inat eden Müdür ve Öğretmen, bu yolculukta hem kendilerine hem de coğrafyaya meydan okuyorlar. Bu sakin ve gizli gövde gösterisine okurları tanık eden Akın Aksu, yeni kitabıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
DİLEK ATLI: Soğuk bir coğrafyanın karlı ve buzlu yollarında beş altı saat süren iki kişilik bir yol hikayesiyle karşı karşıyayız. Diyalogsuz olamayacak kadar dar bir alan ve zaman içindeyiz. Diyaloglara yer açmak için mi kurguladınız bu zemini, yoksa bir yol hikayesi mi anlatmak istediniz yalnızca?
AKIN AKSU: Böyle bir evren ve bu evrenin travmatik olduğu kadar büyülü de olan tarafı beni uzun süre etkiledi. İlk neden olarak bunu söyleyebilirim. Daha alt nedenler olarak, zorlayıcı olduğu kadar heyecanlar sunan durumların içinde insanın değişen hallerini, umutsuzlukla baş edebilme yollarını, yılgınlığa rağmen üretebildiği gücü yansıtabilmek, hayallerin, beklentilerin giderek tatsız düşüncelere dönüşmesini ve bunlar üzerinde bir takım kaygı durumlarını görebilmek amacıyla diyebilirim.
DİLEK ATLI: Taşra illerinde umutla mesleğe başlayan öğretmenlerin bir süre sonra düştükleri anlamsızlık ve yokluk psikolojisi de kendini hissettiriyor kitapta. Doğu’da öğretmenlik, bir takım güzellemelerle aslını yansıtmayan bir gerçek mi sizce?
AKIN AKSU: Bu kişiye göre değişen bir durum. Benim konum meslekten öte, insana dair belirtilerdi. İlerleyişin tantanası içinde yaşanan hiçlik duygusu.
DİLEK ATLI: Müdür, ‘Memur olduğum gün öldüğümü şimdi anlıyorum,’ diyor Öğretmene. Müdürün söz ettiği gibi tekdüzelik midir yalnızca insanın ruhunu çürüten?
AKIN AKSU: Diyaloglarda anlam aramamak gerekir. Bir an için sığındığımız bir doğruyu, kısa bir süre sonra reddedebiliriz. Burada sözcükler harcanarak tüketilmeye çalışılan bir mesafe ve de kaçınılmaz olan iletişim. Bunun dışında açığa çıkan bir takım haller, yükselişle birlikte çöküşün de izlerinin yansıdığı değişken durumlar.
DİLEK ATLI: Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur romanında “Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir, ” der. Sizin kitabınızda beklemeye bir övgü değil, yergi var diyebilir miyiz?
AKIN AKSU: Bıkkınlık veren tuhaf bir zaman kesiti görülüyor. İstemsiz süren bu ilerleyişin doğasında bir gerileme seziliyor. Her şeye rağmen güçlü kılan bir zorluk bu. Ötesinde, boşluğa, sessizliğe ve yer yer de tekinsizliğe karşı bir tutku.
DİLEK ATLI: Öğretmen ve Müdür, kötü havada saatler süren araba yolculuklarında köylerden de geçiyorlar. Karlara gömülmüş, adeta terk edilmiş köylerden geçerken ikisi arasında, “Bu insanlar ne yapıyorlar burada? Nasıl yaşıyorlar böylesine kaybolmuş bir yerde?” diye soran Öğretmene Müdür, “Dayanarak yaşıyorlar herhalde,” diye cevap veriyor. Öylesine verilmiş bir yanıt olmayacak kadar güçlü aslında. Günümüz modern insanı da aslında böyle yaşıyor sanki, ne dersiniz?
AKIN AKSU: Katılıyorum, bana da öyle geliyor, gelişi güzel bir ifadeyle, yaşamanın bir tür dayanma hali olduğunu düşünürüm.
DİLEK ATLI: Kitapta yokluğun içinde devasalaşan doğa da yer alıyor. Dümdüz bir alanda gözleri kör eden kar, fırtına, yol bir taraftan, Kutup Işıkları’nı anımsatan renkler, ay tutulmasının göz kamaştıran güzelliği, buz tutmuş sular, parıldayan kanyonlar. Bize ‘yok’taki cazibeyi gösteriyor olabilir misiniz?
AKIN AKSU: Kendimizden uzaklaşabildiğimiz ölçüde yaşadığımız dünyanın karşı konulmaz cazibesiyle karşılaşıyoruz. Berrak bir zihinle o sınırlarda yaşamak mümkün. Doğanın kayıtsızlığı, sessizlikteki çekicilik, dural yansımaların sahiciliği ilgimi çekiyor. Buralardan bir anlatıya başlama ihtiyacı hissetmiştim. Benim açımdan bu metin, görünen yapının ilerisinde, taşra meselesinin, yergilerin ötesinde, bir övgüdür, şükrandır.
DİLEK ATLI: Betimlediğiniz doğa karşısında anlamsızlıkla sınanan insan aklının, -kanyonda geçen Öğretmen ve Müdür diyaloglarında olduğu gibi- gerçekle hayal arasında firar edebildiğine de tanıklık edebiliyoruz.
AKIN AKSU: Orada o an ile ilgili olmayan bir halin bilgisi aktarılıyor. Duygusu yok, yalnızca içinde bulundukları durum o bilgiyi paylaşma cesareti veriyor. Fakat bu duyguların oynak bir yanı da var, mantık devreye girdikçe sekteye uğrayan bir akış söz konusu. Gurur harekete geçtikçe karşı koyuş söz konusu hale geliyor.
DİLEK ATLI: Taşrada olan taşrada unutuluyor diyebiliriz sanırım. Doğru muyum?
AKIN AKSU: Bir çıkışsızlık söz konusu. Burada trajik olanı, insanın talihini belirlemesinde, geleceğini kendi seçimleriyle karartma fikrinde, bunun bilinç düzeyindeki halinde aradım. Etkilenen, biriktiren, kolay atlatamayan karakter aracılığıyla unutulacak olan taşra, karmaşık bir sorun haline bürünüyor. Taşrada evrenin kavranışını, bütünlük hissinin sarsılışını travmatik bir düzeyde ele almak istedim ki durumun bendeki duygusu buna yakındır. Algının, alışkanlıkların dışında yeni anlam ağlarının ve deneyimlerin yaratılabilme ihtimalleri, bir tür hastalıkla birlikte yaşadığını bilmenin ağır koşulları üzerine bir anlatı.
DİLEK ATLI: Atalet duygusu zaten varoluşun tuzaklarından biriyken, düzlüklerin ve tekdüzeliklerin hakim olduğu coğrafyada karakterlerin üstüne iyiden iyiye oturuyor. Belki de bu nedenle bir gece vakti karlı ve buzlu bir havaya rağmen yola düşmek ve yolun sonunda kolayca kararlar vermek, bu atalet duygusuna karşı bir gövde gösterisidir. Olabilir mi?
AKIN AKSU: Doğru, içgüdüsel bir başkaldırı hali var karakterde, irrasyonel bir eğilim. Karar verme konusundaki hafifliği aslından onun için karar vermenin zorluğuyla ve bu aşamada sınandığında korunaklı bir alana kaçışıyla ilgili. Sıkıntı ve buhran insana her şeyi yaptırır, kendimizi öngöremeyeceğimiz durumlarda ve hallerin içinde buluruz.