Ana Sayfa Söyleşiler İplikçi’nin şehirli ve kederli öyküleri

İplikçi’nin şehirli ve kederli öyküleri

Ekleyen okumakiyigelir

Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor, kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne giden bir seyri var kanatsız meleklerin hayatlarının. Müge İplikçi Doğan Kitap’tan yayınlanan yeni öykü kitabı Ah Be Melek ile dünyaya hınzır bir meleğin gözlerinden bakarken, küçük anların ve küçük insanların öykülerini büyük anlatılara dönüştürüyor.

17 bağımsız hikâyenin her biri türlü anlar, nesneler, insanlar aracılığıyla birbirine bağlanırken mülteci kamplarından terapi odalarına, kasabalardan büyük kentlere ve modern yaşama uzanan bir serüvenlerin okurlarıyla buluşuyor. Çeyrek asırlık yazarlık yolculuğu boyunca çok sayıda öykü, roman, inceleme ve röportaj kitabı kaleme alan aynı zamanda gazeteci İplikçi ile kitabı vesilesiyle bir araya geldik ve hem edebiyat yolculuğu hem de Ah Be Melek üstüne konuştuk.

25 yıllık yazarlık yaşantınız size ne öğretti, bu kitap bu yolculuğun neresinde duruyor?

Neler öğretmedi ki! Yola çıkarkenki ben ile bugünkü ben arasında dağlar kadar fark var. Gerçi kalbim, edebiyat dendi mi yine aynı heyecanla çırpınıp duruyor. Öyleyse değişen ne? Değişen, rotamı edebiyata çevirdiğimde, hemen her şeyin değişeceği, yolda olma fikrinin ruhumu uçuracağı, kendimi nihayet çok özgür hissedeceğim tarzındaki umudumun bir hayalden ibaret olduğunu fark etmemdi.  Bu yola girmenin bedellerini burada saymama gerek yok. Ancak şu net:  Böylesini hayal etmemiştim! Esasen burada edebiyata yüklenmek de yersiz. Toplum ya da temel neyse, oradan filizlenen de o, dolayısıyla hayat neyse, edebiyat ev edebiyat  dünyamız da bundan nasipleniyor. Öte yandan bardağın bir de dolu tarafı var. Yazmak, beni çıldırmaktan alıkoydu.  Hatta çıldırmaktan vazgeçtim!

Yazı ile ilişkiniz nasıl şekil değiştirdi bu yolculuk boyunca?

Karamsarlığa ve bu karamsarlığı besleyecek rehavet ve kötücüllüğe kapılmak yerine yazmanın sağaltıcı yolunu seçtiğimi söyleyebilirim. Yazmak, bu anlamda bana iyi geldi. Dahasını da yaptı; iyiliği seçme fırsatını sundu. Bunlar olurken bolca kitap yazdım, düşündüm, okudum. Ya da şöyle denebilir: Olup bitene tanık olmaya çalıştım.

Melek dendiğinde evvela iyiliği çağrıştıran bir kavramlar topluluğu akla geliyor. Bununla ilintili olarak bu kitabı yazarken sizi harekete geçiren neydi?

Meleklik fikrini her şeyi bir çırpıda toz pembe yapacak bir duruş olarak görmüyorum. İnsana dair naif bir iyilik olarak da düşünmüyorum. Bir anlayış biçimi tarzında değerlendirdiğimi söyleyebilirim. Anlarsanız, suçlamazsınız. Daha da önemlisi neden öyle ya da böyle olduğunu anladığınızda artık yoğun tepki vermenize gerek kalmaz. Çözüm nerede diye sormaya başlarsınız. Ya da çözüm yoksa (ki en sıkıntılısıdır) zamanın akışına bırakırsınız. Meleklik, bu nesnel bakışı çağrıştırıyor bana. Serinkanlı, şefkatli ama mesafeli bir bakış o.Ülkemizin ve dünyanın geçmekte olduğu sınav karşısında temel noktamızın ilk başta böylesi bir “anlayıştan” geçtiğini düşünüyorum. Değiştirmek istiyorsak, bu anlayışa ihtiyacımız var. Kitaptaki meleklik fikrinin özünde de bu var zaten.

“Kentin kanatları eskisi gibi kuşatmıyor bizleri”

Kitabin daha ilk satırlarında “şehirliyim ve kederliyim” diye bir cümle var. Çok kısa ve fakat bir o kadar güçlü duygular çağrıştıran bir cümle bu. Sanki kitabın bütününe sirayet eden hislerin de özeti gibi. Siz ne söylersiniz bunun üstüne?

Kitap, bir şehirli kalemin algısıyla yazıldı. O kederi hemen her gün, özellikle de genç insanların yüzüne baktığım zaman görüyorum. Değişen kent algısı,kanımca, insanı sarmalayan bir algı değil. Kentin kanatları eskisi gibi kuşatmıyor bizleri. Ya da kuşatıyormuş gibi bile yapmıyor…Yalnızız. Çok. Bu halin kitabın geneline de yansıması çok doğal.

Kitaptaki öykülerin her birinin kendine has bir hüznü var, ancak kitabın dili bir o kadar neşeli. Hayatınızın bir yerinde kalbinizi kırmış bir anıyı sonradan gülümseyerek anımsamak gibi desem siz ne düşünürsünüz?

Güzel tespit… Bu hep olur bana. Gülmeyi, hatta kahkahalar atarak savrulmayı seven bir insanım. Çoğu röportajlarımda ve söyleşilerimde  zaman zaman yanlış anlaşılmalara yol açsa bile (“bu kadın niye gülüyor yav?”) gülmeyi çok severim. En duygu fakiri olduğum anlarımda bile hiç olmadık bir nedenle kahkahalara gömüldüğüm zamanlarım boldur.  Gülerek hatırlamak, konuşmak, sohbet etmek müthiştir.

Bu kitabın aynı zamanda iki yıldır elinizde beklemekte olan bir romanın girişi olduğunu söylüyorsunuz. O roman gelecek mi?

Her şey “ona” bağlı! Ben çabalıyorum… Onun dile gelmesi lazım!  Ona epey mesai harcadım ama yine de son kararı o verecek.

Bu röportajın başında 25 yıllık yazarlık yolculuğunuza atıfta bulunmuştuk, bu 25 yıl Türkiye’nin kültür sanat yaşantısı nerelere vardı ve nereye doğru gidiyor sizce?

Pek parlak değil… Ancak çıkmadık candan umut kesilmez derler ya, yine de beklemekten yanayım. 25 yıl öncesine dair beklentilerim ve umutlarım zayi olsa da, inatla, sanat ve edebiyat dünyamız için inancımı korumaya devam edeceğim. Belki de, tüm bu yaşananlar, bizim kalemlerimiz için birer sınavdır. Bugünleri anlatmak için… O halde gelsin Yüzyıllık Yalnızlık’lar…

Röportaj: HÜLYA AVTAN

Milliyet Kitap / EYLÜL 2023

Benzer İçerikler

Yorum Yaz