Doğan Kitap’ın etkinlikler sorumlusu Merve Karaytu, yıllar içinde yazarlarla birlikte gezdiği Anadolu kentlerini, tarihi zenginlikleri, güzel yemekleri ve kitap dünyasını anlatıyor. Bu yazının konusu Tanpınar’ın ‘ışıklı bir avize’ye benzettiği Bursa.
“Çok gezen mi bilir çok okuyan mı” sorusu dillere dolana dursun, Anadolu’nun her köşesindeki kitap fuarları seyahatlerinde, hem okuyup hem gezmiş olmanın keyfini sürmek bir başka… Türkiye’nin tarihi ve aynı zamanda manevi şehirlerinden olan, Tanpınar’ın deyişiyle “ışıklı bir avizenin altında” yürür gibi gezilen şehirdeyim. Evet evet Bursa’dayım. Birbirinden özel yazar ve okurlarla bir araya geleceğimiz bir Tüyap Bursa Kitap Fuarına doğru yol alırken; şehrin en özel noktaları, görmeden dönmeyeceğim kültürel mirasları da beni bekler.
Bursa Kitap Fuarı’ndan notlar…
Mart ayında düzenlenen Bursa, Türkiye’nin önemli kitap fuarlarından biri. Her zamanki gibi fuar alanına yaklaştıkça etrafımızda tanıdık bir hareketlenme başlıyor. Buttim yolundan içeri girerek, beraberimizde gelen yazarlarımızla heyecanla fuar alanına girmeye hazırlanıyoruz. Tabii hiç şaşırmıyoruz, Bursa Kitap Fuarı akın akın gelen Bursalı okurlarıyla yine pür neşe. Yayınevimizin en çok okuruyla bir araya gelen yazarlarından Canan Tan’ın imza etkinliğinin kuyruğu, daha biz olay yerine varmadan almış başını yürümüş. İmzaya gelen okurlarıyla yaptığı keyifli sohbetleriyle Nedim Gürsel, fuar söyleşileri adeta bir meydan mitingine dönüşen ve tüm ülkenin çok sevdiği Adli Tıp Bilimcimiz Sevil Atasoy ile etkinlik yerlerimizi almaya başlıyoruz. Okurların kitaplarının kenarlarına aldıkları notlar, yazarlara soracakları sorular, söyleşi ve imza salonlarında alkışlarla, kitap fuarları ülke adına bir umut ışığı sanki.
Kulağınızı fuar alanındaki söyleşi ve etkinliklere kabartırsanız fark edersiniz, aslında her etkinlik yazarının kitabı özelindedir ancak içinde bulunduğu şehri de köpürtür ve parlatır durur. Mesela Canan Tan’ın en sevilen romanlarından Yüreğim Seni Çok Sevdi, Bursa’nın Trilye’sinde geçen dokunaklı bir aşk hikâyesidir. O kadar ki kitabın içeriğinde karakterlerin buluştukları mekân Trilye’de bu kitapla anılır olmuş, akın akın kitabı okuyan misafirlerini ağırlamaktadır. Derken bir diğer yazarımız Sevil Atasoy’un salonuna doğru adımlarımı hızlandırıyorum. Elbette konu tüm şehvetiyle meçhul adli tıp dosyaları, gizemli cinayetler😊. Okurların kocaman açılmış gözleri, Sevil Atasoy’un anlattığı cinayet detayının sonunu merakla bekliyor. Okurlardan gelen sorular genel olduğu kadar içinde bulundukları şehir Bursa’da duydukları, yaşanmış hikâyelere de dayanıyor. Söyleşilerin kenarında durarak düşünüyorum. Buyrun size aşkıyla, cinayetiyle, edebiyatıyla bir şehrin anjiyosu. Yüzyıllar boyunca gördüğümüz görgü, refleks, entelektüel zemin, kolektif bilinç, adına her ne derseniz deyin, şehirde olan bir organizasyon hepimizi, o şehrin tek bir anında bir kerelik bile olsa birleştirebiliyor. Bir kitap tek başına buna vesile oluyor desek herhalde abartmış olmayız. Etkinlikler birbirinin yerini alırken, Bursa’da yavaş yavaş akşam oluyor ve biz yorgunluktan kendimizi dinlenmeye bırakıyoruz. Yarın Bursa’da yeni bir gün olacak ve bendeniz kurdun kuşun uyuduğu bir saatte, ufak bir gezi çıkartmasıyla zamanın dehlizlerinde bir yolculuğa çıkacağım.
Bursa’da keyifli bir gezinin olmazsa olmaz durakları
Kitap fuarı harici boş zamanımız sınırlı olduğundan, rota dışı alternatif birkaç mekâna uğrayabileceğim sanırım. Zira Bursa derya deniz. Ne söze gelir ne de anlatsak buraya sığar. Havasından mıdır suyundan mıdır bilmiyorum, en huzurlu geçen fuar dönemlerinin başında gelir Bursa Fuarı benim için. Kitabı okuduğu kadar, tarihi ve misafirini de iyi okuyup anladığından mıdır bilinmez, her geçen yolcusunu sarmalar şehir. Mesela canınız kar havası mı çekti, Uludağ hemen oracıktadır. Sayfiyede keyif yapmak isterseniz Trilye ve Mudanya yanı başınızdadır. Biraz maneviyat ararsanız Emir Sultan’ı, Ulu Camii az ötede göz kırpar. Eskiyle yeninin birbiriyle el sıkıştığı sokaklarda kendinizi bir anda 15. yüzyıldan günümüze uzanan bir zaman tünelinde bulursunuz. Evliya Çelebi asırlar evvelinin seyahatnamesinde Bursa için “Ruhaniyetli bir şehir” derken tam da bu hissime güç katıyor.
Kendimi otelden dışarı attığım gibi, elbette önce elimde Bursa’nın sokak fırınlarından aldığım tahinli pidemden tadarak yola revan oluyorum. Tabii yol ve Bursa demişsek duraklarımız yüzyılların kültürel abideleriyle dolu. Hepsine uğrayamasam da birkaç mekânın havasını soluyarak, dilime bir parça bal çalabileceğim Bursa’dan…
Pergelin bir ayağını Ulu Camii olarak alırsam önce etrafını gezmek pek âlâ olacak. Esnafın arasından ara sokaklara doğru ilerlerken bir de bakmışsınız ki bir gölge oyunu perdesi… Hacivat ve Karagöz oyunu başlar.
Denilir ki az gidip uz gitmiş Karagöz’ümüz burada Orhan Camii’nin inşaatında Hacı İvaz (Hacivat) ile çalışırken sık sık atışıp şakalaşır, öyle şakalaşırlar ki diğer işçiler onların bu muhabbetlerine gülmekten iş yapamaz olur. Gün gelip Karagöz idam edilir, halk buna çok üzülür ve bunu dilden dile aktarıp kültürüne dahil eder. Bursa yıllar sonra bu gölge oyunuyla da anılır. Gerçekler mi değiller mi bilinmez ama bu bile şehre ve kültürel tarihe büyük katkı sağlar. Bu gölge oyunundan çıkınca sokaklar sokakları kovalar.
Uludağ’ın eteğinde, şehrin yukarılarına doğru süslemesi ve el işçiliği ile eşsiz bir mimari yapı, bir dergâh karşılar misafirlerini. Sayısız dervişin, yolunu kaybedenlerin, yolunu bulanların dünya nefesine şahitlik etmiş bu asırlık abidede Üftade Hazretleri ve dervişleriyle karşılaşırsınız. Hâlâ maneviyatı önemseyen sayısız turist ağırlayan dergâhta, o sessizlikte bir çeşmenin akışına kulağınız dikkat kesilir. Rivayet olunur ki, dervişleriyle dergâhında bulunan Üftade Hazretleri, elindeki asasını toprağa vurur ve buradan bir su peyda olur. Sonrasında tam suyun çıktığı yere, muhafaza olması için çeşme yaparlar. Derler ki akan su halâ o sudur. Her misafir bu hatıraya binaen çeşmeden su içer. Yolu düşen olursa mutlaka buna şahitlik etmeli. Hatta sabah erken saatler çok daha rahat incelenip gezilebilir.
Suyumu içip tekrar yola koyuluyorum. Bu anlattığım kısım şehir merkezinin biraz üst tarafında ve nerdeyse dışında olduğundan, sokaklarda müstakil evlere ait tavuklar ve kazlarla yürümeniz de olası. Bu yoldan her yürüdüğümde, meşhur Bursa fotoğraflarındaki siyah beyaz Bursa manzarasına tepeden bakıyorum. Manzaradır, tavuktur, kedidir derken ahşap bir yapıya çıkıyor yolum. Meğer içerisi Somuncu Baba’nın fırını imiş.
Şimdi gel gelelim 14.yüzılın sonlarına. Somuncu Baba burada ekmek yapıyor. Fırınında yaptığı ekmeklerini, Ulu Camii inşaatını yapan işçiler için eşeğinin sırtına yükler gönderirmiş. Eşek bu yolu bilir ekmekleri hiç yolunu şaşırmadan inşaatta çalışan işçilere götürürmüş. Eşeği tanıyan işçiler de artık duruma vâkıf olduğundan durumu bilir, ekmekleri eşeğin sırtından alırlarmış. Bizim eşek gerisin geri aynı yoldan Somuncu Baba’nın yanına… Gel zaman git zaman, devrin uleması ve ileri gelenleri Somuncu Baba’nın saklı sırrını açık etmemiş ancak Ulu Camii’de yaşanan kerametlerinden ötürü Somuncu Baba’nın manevi sırrı halka ifşa olmuş. Bu durumun ardından Somuncu Baba’nın talebeleriyle birlikte Bursa’yı terk ettiği ve bir daha dönmediği söylenir. Hatırası ekmeklerini yaptığı bu fırında halk tarafından hala yaşatıla gelmiş.
Ben tüm bu yüzyılların bilgisine yerinde şahit olup dururken, vaktim daraldığından yavaş yavaş kendimi iş için kitap fuarına doğru dönerken buldum. Bursa’da kuşluk vakti kendini göstermeye başlamıştı. Zaman bir anda 21.yüzyıl Bursa’sına dönüşmüştü. Gün, bizi aniden tarihin sahnesinden çekip günlük koşuşturmasına katmak üzereyken hayal ettim. Milattan iki bin yıl önce Trakya’dan gelen Bitiniler, Bursa’da krallık kurup buraya Prosa dediler. Bu zamanla Brousse ve Brus olarak dilden dile değişti. Bambaşka bir medeniyet olan Bitinya Krallığı, adına Brus dedikleri bu şehrin bir gün Bursa olup ne hikâyelere ne saltanatlara ev sahipliği yapacağını elbette bilemezdi.
Bu öğrenmeye çalıştığımız mevzular kitaplarda da çokça yazan bilgilerdi elbet ancak sözün başında dediğim gibi hem okuyup hem gezenlerden olmaksa gaye, bilgiyi de yerinde teftiş etmek bambaşka bir hikâyeydi. Derler ki dinleyen anlatandan arif gerektir. Okuyandan yazandan belki… Herkesin kendi keşfini yaşaması temennisiyle, bol keşifler olsun.