O Türkiye’de yeraltı edebiyatı denince akla gelen ilk isim. Ama sadece bu türü temsil etmiyor, bu türü yeniden tanımlıyor ve bize kitapçı raflarındaki pirinç levhalara öylece yazılan “Yeraltı Edebiyatı” başlığını açıp genişletiyor. Hakan Günday Türk edebiyatının yaşayan efsanelerinden biri. Tuhaf Dergi’de yayımlanan Deniz Bayramoğlu ile sohbetinden bir kısmı sizlerle paylaşıyoruz…
-Kötülük ve karanlık hep özdeşleştirilir. Kötülük artık rutin haline gelmiş. İnsan ruhu nasıl bir dönüşüm yaşadı ya da yaşıyor ki bu hale geldik?
Ben esas planın bu olduğunu düşünüyorum zaten. Hata, kusur, gaddarlık gibi kavramların içinde barındırdığı karanlığa dair her ne varsa bütün bunları olabildiğince görünmez yapmak istiyoruz. Gündelik hayatımıza perdeler çekip bütün bunları o perdelerin arasında gizlemek bana sorarsan günümüzün yaşam biçiminin bir gereği. Ancak bunun çok tehlikeli bir şey olduğunu düşünüyorum.
Çünkü bu, yolunda gitmeyen ger şeyi halının altına süpürmekle alakalı bir davranış biçimi. Ne kadar süpürürsen süpür bir süre sonra fark ediyorsun ki kendin de halının altına girivermişsin. İnanın kendini kandırması ve etrafını kandırması çok teşvik edilen bir spor dalı oldu. Eğer şiddetten daha kötü bir şey varsa o da şiddete alışmaktır. Şiddete alışmış bir kalabalık şiddetten daha kötüdür. Şiddetle başa çıkmanın yolu asla alışmamış olmaktır. Şiddetin tanımına bakacak olursak çok uzun yıllar içerisinde manasının daraldığını görebiliriz.
Bana ilham veren yazarların,her seferinde iştahla okuduğum yazarları ortak noktası, gizlenmiş olan her şeyi gerekirse tırnaklarıyla kazıyıp, ortaya çıkarıp, ifşa edip “Buyurun burada böyle bir şiddet var. Şimdi bu bilgiyle ne halt ederseniz edin.” demeleridir.
-Tıpkı gerçekte olduğu gibi edebiyatta da gizlemeye, halının altına süpürmeye çalışıyorlar.
Hakiki sorulardan ibaret olan, kazmaya çalışan, gerçeğe ulaşmayı dert edinen o yazarların ait oldukları yer asıl yerin üstüdür. Esas “Mutlu son sanayisi” dediğim düzenek ve binlerce raf yeraltındadır. Çünkü onlar büyük bir tezgahın parçası ve gerçek olmayanın gerçekmiş gibi sunulmasıdır. İnsanların gerçekliğe katlanmasına sağlayacak renkli filtrelerdir.
-Halüsinojenler…
Evet bir nevi o. Aslında yeraltı edebiyatı diye nitelendirilen yazarların hepsi birbirinden çok farkı ve yazar sayısı kadar tür var. Ama yerlatı edebiyatında Sofokles yok. Oysa kimse Kral Oidipus gibi şiddetli bir metin yazmadı. Benim yazıdan anladığım bu. Beni etkileyen yazarlar bunlar.
-Kimdir bu bahsettiğiniz edebiyatçılar?
Malaparte, Celine, Yahya Kemal Beyatlı, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan… İçinde sorular olan her metin benim için önemlidir. Müzikte de resimde de böyle… Bu isimler nasıl çalışıyor biliyor musun? Olay yeri incelemede özel bir ışık vardır. Kan lekelerini bulur. Bu yazarlar üzerimizde o ışık gibi geziyor ve biraz önce bahsettiğim görünmeyen izleri ve lekeleri gösteriyor.
-Uyum sağlama becerimiz toplum içindeki yerimizi belirtmeye başlıyor. Bu insan tiplemesine nasıl bakıyorsunuz?
İnsan bir şeye eğilimi olduğunu kabul ederse mücadele edebileceğini anlıyor ama mesele bunu kabul etmekte. Genel geçer yazılmış çizilmiş her şey sana bunun tersini söyler. “Sende bir sorun yok, devam et.” der. Çünkü devam edersen bu durum bir üretime dönüştürülebilir. Kapitalist toplumun içinde yer alabilir, işini hırsla yapabilir, yanındakini ezerek üstüne çıkabilir ve hasta toplumun gelişmesindeki her kademede kendine yer bulabilirsin.
Birileri A noktasından B noktasına gidebilmek için canını vermeye razıyken, sen bunu bir gazete haberi olarak okuyup sayfaları hızla çevirip bir an önce spor sayfasına geleyim diye düşünüyorsan konu bitmiş demektir. Orada bağlantı kopmuş, gerçeklik ortadan kalkmış demektir. Bu bir nevi göz kapanması, bir uyuma halidir. Amaz gözleri açık tutmak mümkündür.
Bu her gün devam edecek bir mücadele. “Ben bir kitap okudum, müzeye gittim, bir saat Jerome Bosch tablolarını gördüm ve artık bundan sonra her şey iyi olacak” diye bir şey yok. Bu, son nefese kadar uyanık kalma mücadelesidir. Çünkü hasta topluma uyum gösterme hali toplum içinde bulaşıcı bir şeydir. Uyutma diye bir şey var. Kişi sadece kendini değil, yanındakini de uyutuyor. Esnemenin bulaşıcı olması gibi. Eğer bir başkasının seni uyutmasına müsaade edersen, göreceğin rüyalar senin rüyaların olmaz. Seni kim uyuttuysa onun rüyalarını görürsün.
Bu söyleşi 01.11.2019 tarihli Tuhaf Dergi sayısından kısaltılarak alınmıştır…