23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı bu yıl Covid-19’un gölgesinde yaşanacak. Her yıl düzenlenen o cıvıl cıvıl etkinlikler belki olmayacak ama ne insanımızın içindeki çocuk sevgisi, ne de Cumhuriyet değerlerine olan bağlılığımız bir nebze bile azalmadı. Tam tersine belki de bu sene evde kalmak zorunda olduğumuz için daha büyük bir coşkuyla kutlayacağız. Çocuk edebiyatının sevilen ismi “Oyuncu Anne” olarak tanınan yazar Şermin Yaşar, hem masallarıyla, hem de oyunlarıyla çocukların dünyasına bol oksijenli bir pencere açıyor. Biz de geçtiğimiz 23 Nisan’da Cumhuriyet Gazetesi’nden Hilal Köse ile yaptıkları keyifli söyleşiyi sizlere hatırlatmak istedik…
23 Nisan’da çocuklara ‘bu bayram sizin’ diyoruz, çocukları koltuğa oturtma komikliğinin ötesine geçemiyoruz gibi geliyor. Sizce çocukların bayramı nasıl olmalı? 23 Nisan’a dair çocukluğunuzdan hatırladığınız neler var?
Aslında çocuklara ‘bu bayram sizin’ de demiyoruz. Yorgun ve bıkkın yetişkinlerin dünyasında 23 Nisan; kesip yapıştırılmış etkinlik çalışmalarından, o gün okula gitmeyeceksin, ne güzel, tatil yapacaksın algısından ve alışveriş merkezlerindeki çocuk etkinliklerinin uğultusundan ibaret. Kaçımız çocuğumuzun gözlerinin içine bakıp ‘Bugün bayram ve senin için şu, şu, şu sebeplerle çok özel bir gün, seni ve arkadaşlarını kutlarım.’ diyebiliyoruz, bu önemli. Bir önceki oturduğumuz evde, karşı komşumuz 23 Nisan sabahlarında kapımızı çalar, çocuklarıma birer kırmızı gül ve bayrak hediye ederdi. Bu çok anlamlı bir bayram kutlaması. Biz de 23 Nisanlarda çocuklarla evimizde küçük bir kutlama düzenliyoruz, arkadaşlarını davet ediyorlar, şarkılar, marşlar, oyunlar. O gün onların günü ve o coşkuyu hissetsinler istiyorum. Kendi çocukluğuma dair, en çok ‘ıslandığımızı’ hatırlıyorum. Benim büyüdüğüm şehirde her 23 Nisan’da mutlaka yağmur yağardı ve hep ıslanırdık. Kendi ıslanmamız bir şey değil, o 23 Nisan kıyafetlerine çok özenirdik, onlar ıslanıyor diye üzülürdük. Gösteri hazırlıkları sırasında hep ‘şemsiyeli bir gösteri hazırlayalım mı öğretmenim?’ diye teklif ettiğim ve kabul edilmediğim çok oldu. Kırmızı-beyaz şemsiyelerle gösteri yapsak ıslanmazdık en azından. Ama işte çocuk olunca seni dinlemiyorlar.
Çocuk seven bir toplum muyuz genel olarak? Çocuk konusunda en temel yanlışlarımız neler sizce?
Değiliz, hiç değiliz. Herkesin kendi çocuğunu çok sevdiği bir toplumuz. İkisi arasında çok büyük fark var. Bizim temelde çocuk kavramıyla, çok kelimesiyle barışmamız lazım. Bir kere ‘çocuk’ kelimesine negatif anlamlar yüklüyoruz. Yetişkinlerin dilinde çocuk, bir hakaret. Birbirimize ‘üfff çocuk gibisin’, ‘çocuk gibi davranıyorsun’, ‘çocukça konuşuyor’ diyoruz. Çocukluğun hiç itibarı yok. Bir an önce içinden çıkılması gereken, kötü ve zor bir dönem olarak algılıyoruz. Bütün ebeveynlerin dilinde ‘bir büyüsüler’ temennisi var. Küçük çocuğu olanlara diyoruz ki mesela ‘sık dişini, az kaldı, kurtulursun birkaç seneye’, daha büyük çocuğu olanlara diyoruz ki ‘oooo maşallah kurtarmış o artık kendini’’. Şimdi düşünün, nerden kurtardı? Çocukluktan. Demek ki çocukluk kötü bir şey. Biz böyle konuşunca çocuklar da yavrularım, hemen büyümek istiyorlar. Hemen büyümek, yetişkin olmak telaşına giriyorlar, hayalleri büyümek üzerine. Oysa aksini söyleyin, çocukluk değerli ve çok kıymetli bir zaman dilimi, senin yerinde olmayı çok isterdim, harika bir dönem yaşıyorsun ve seni izlemek çok keyifli… Böyle cümleler kuralım çocuğa, o da çocukluğunu doya doya yaşasın.
Bir konuşmanızda çocukların hayal gücü, yaratıcılığı konusunda, ‘müdahale etmeyin yeter’ diyorsunuz. Bu konuyu biraz daha açar mısınız?
Yaratıcı insanlar hayal kurarlar, soru sorarlar, meraklıdır, keşif duygusuyla yanıp tutuşurlar, gözlem yaparlar, eğlencelidirler, kimsenin bakmadığı yerden bakarlar, gülünç olmak gibi bir kaygıları yoktur vs. Bu özelliklerin tamamı ve daha fazlası, en saf haliyle çocuklarda var zaten. Şimdilerde yaratıcılık bir furya, aileler çocuklarını ellerinden tutup tutup Yaratıcı …….. Atölyelerine götürüyorlar vakit geçirsin diye. Ben diyorum ki çocuk zaten yaratıcı, onun kendi atölyesi var zaten, siz görmüyorsunuz. Siz sadece fırsat tanıyın, zemini hazırlayın ve müdahale etmeyin. Çocuklar inanılmaz bir yaratıcılık potansiyeliyle dünyaya geliyorlar ama bunun neredeyse tamamını kullanmamak üzere yetiştiriliyorlar. En başa dönün, soru soruyor çocuk. Diyoruz ki, çocuklar öyle çok soru sormaz! Merak ediyor ve diyoruz ki ‘çocuklar öyle çok meraklı olmaz!’. Çocuk gözlem yapıyor ve diyoruz ki ‘Bakma öyle boş boş etrafa, kalk şunu yap, bunu yap.’ Fikrini açıklıkla dile getiriyor ve biz diyoruz ki ‘Bak ama öyle yaparsan sana gülerler sonra’ Böyle müdahalelerle çocuğun kendisinde hazır olanı, zaten var olanı sünger gibi emiyoruz. O yüzden bana ‘daha yaratıcı çocuklar için ne yapabiliriz’ dediklerinde ‘hiçbir şey yapmayın, dokunmayın hiç, bozmayın’ diyorum… (Devamı Cumhuriyet‘te)