“Aşk ve İsyan her şeyden önce bir arayışın romanı, Osmanlı tarihiyle bir hesaplaşmanın romanı” diye anlatıyor Nedim Gürsel. Lale Devri’nin bir eleştirisi olarak da bakabileceğimiz romanı son derece sarsıcı ve aynı zamanda bir o kadar komik… T24‘ten Sinem Gündem, Nedim Gürsel ile çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi…
Nedim Gürsel her daim ses getirmeyi, tartışılmayı başaran bir yazar. Zaten yazarın görevinin de toplumu sarsmak olduğunu söylüyor. Toplum olarak en büyük tabularımızdan biri geçmişimizle yüzleşmek. Başarılarımızı anlatmaya ve hatta abartmaya doyamazken hatalarımızı ısrarla görmezden geliyoruz. Bunları anlatanları da susturmak için elimizden geleni yapıyoruz. Yani sistem abartmak ve yok saymak üzerine kurulu. “Tarih tarihçilere bırakılamayacak kadar önemli bir disiplindir” diyen Nedim Gürsel’le son romanında Osmanlı’nın oldukça ironik bir dille anlattığı despotik yanlarını konuştuk.
Aşk ve İsyan Osmanlı’yı tüm çıplaklığıyla anlatan, çok hin bir roman. Kitabınızı okurken çok eğlendim. Ama Osmanlı’ya dair övünülecek hiçbir şey bulamadım. Ecdadımızın hiç mi övülecek yanı yokmuş, kuş yuvaları hariç?
Saptaman doğru. Bu aslında komik, daha doğrusu ironik bir roman. Ve ironi yazar olarak benim tarzım değildir. Yeni romanım Aşk ve İsyan’da yeni bir tarz denedim. Ecdadımızın elbette övünülecek yanları da var. Osmanlı uygarlığı örneğin mimari alanında bir Sinan yetiştirmiş. Bu romanın karakterlerinden adaşım Şair Nedim de 18. yüzyılın önemli bir sanatçısı. Ama tüm bunların yanı sıra Osmanlı’nın bizden gizlenen bir şiddet boyutu da var ve Osmanlı’nın artık bıkkınlık verecek kadar yüceltildiği bir ortamda ben işte o şiddet boyutunu sergilemek istedim. Bu bir itiraz romanı olarak da okunabilir. Bize dayatılan Osmanlı kültürünün övünç kaynağına bir itiraz biçiminde de anlaşılabilir. Bunu yaparken de ironiyi bir silah olarak kullandım. İroniyle yumuşuyor ama Aşk ve İsyan siyaseten sorgusuz sualsiz katledilen sadrazamlardan başlayarak, esnafın ve halkın şiddete maruz kaldığı bir toplumun romanı.
Korkmadınız mı peki Osmanlı’yı şu anki konjonktürde bu kadar açık seçik yazmaktan?
Ben romanlarım dolayısıyla üç kez yargıç karşısına çıkmış bir yazarım. 12 Eylül döneminde ilk kitabımUzun Sürmüş Bir Yaz Türk Ceza Yasası’nın 159. Maddesi’nden devletin güvenlik kuvvetlerini tahkir ve tezyif gerekçesiyle yargılanmıştı. Sonraki romanım İlk Kadın müstehcenlik gerekçesiyle yargılandı. Üçüncü olarak da Allah’ın Kızları adlı romanım halkın dinsel değerlerini alenen aşağılamak gerekçesiyle 216. madde ile yargılandı. Bunlar demokratik ülkede olmaması gereken şeyler. Ama Türk Ceza Yasası’nda bildiğim kadarıyla Osmanlı’ya hakaret diye bir madde yok.
Romanda hakaret yok zaten, sadece yaşananlar insanı sarsıyor.
Ayrıca bu yazdıklarımın hepsi gerçek. O dönemin vakanüvislerinin de yazdıkları. Tabii hayal gücümden yola çıkarak bazı kurgular ekledim anlatıya ama onlar olayları bir entrika biçiminde bir araya getiren unsurlar. Yoksa tarihsel gerçekler romanda bire bir dile getiriliyor. Ben onları kendi üslubumla işledim. Dolayısıyla bu var ve bunun olması doğal. O dönem Osmanlı’nın gerileme sürecinin başladığı bir dönem. Bir Batı’ya açılma adımı atılıyor Lale Devri’nde ama bu başarısız oluyor. Çünkü bir çapulcu ayaklanmasına kurban gidiyor bu açılım; Patrona Halil İsyanı oluyor biliyorsun. Kanlı bir isyan. Halbuki bugün bir fetih ideolojisi söylemi var içinde yaşadığımız Türkiye’de, öte yandan da biz Viyana kapılarına kadar gittik ama kimsenin burnu kanamadı görüşü var. El insaf! 44 tane sadrazamı katlediyorsun, esnafı kulağından dükkânının duvarına çiviliyorsun, sonra da “kimsenin burnunu bile kanatmadık” diyorsun. Olmaz! Yazarlar bunun için var. Yazarlar egemen söyleme itiraz ettikleri için var. O bakımdan öyle bir roman yazma gereğini duydum.
“Osmanlı gerçekten çok despotik bir devlet”
Biz Osmanlıyı daha farklı öğrendik. Ben kendi adıma, bana okulda verilen resmî görüşü benimsemişim, hiç araştırma gereği duymamışım diye düşündüm.
Sorun oradan kaynaklanıyor. Biz toplum olarak bunca yıl sonra geçmişimizle gerektiği gibi yüzleşemiyoruz. Yüzleşmeye kalkıştığımız zaman da sorun oluyor. Örneğin ben Boğazkesen romanımda –o da tarihsel bir roman – bu fetih ideolojisiyle yüzleştim, hesaplaştım. O da bir sürü tartışmaya yol açtı. Ama romanda söz konusu edilen olayların hepsi tarihsel gerçeklere dayanıyordu. Örneğin Fatih’in eşcinsel eğilimleri… Bu var; bu bütün Osmanlı’da var.
Aşk ve İsyan’da da var.
Evet. Mercimek Ahmet diye bir kitap var, Osmanlı şehzadelerinin eğitim kitabı. Mercimek Ahmet “Yazın kadınlara eğilim duyun, çünkü onların tenleri soğuk olur, kışın erkeklere eğilim duyun, çünkü onların teni sıcak olur” der. Bu kitapla eğitiliyor Osmanlı şehzadeleri. Benim yapabileceğim bir şey yok.
Hesaplaşmadan bahsettiniz; ben romanınızı okurken asla geçmişimizle hesaplaşamayacağımızı düşündüm. Osmanlı’yla hesaplaşamayacağız bence.
Peki şimdi değilse ne zaman hesaplaşacağız? Hiçbir zaman mı? O zaman gerçekten temelde bir sorun var. Çünkü biz AB’ye hâlâ aday bir ülkeyiz. Ve eğer bu adaylığımız sürecekse AB’nin referansı olan demokratik değerleri benimseme durumundayız. Avrupa toplumları geçmişleriyle bu kadar kolay hesaplaşırken öyle bir ortamda bizim bundan uzak kalmamız bir sorun. Bunu kabul etmek durumundayız. Ayrıca Osmanlı gerçekten çok despotik bir devlet. Kuruluş ilkelerinde bu var. Bir kere Fatih kardeş katlini yasallaştırıyor. Başka ülkelerde görmediğimiz bir durum bu.
Osmanlı Fatih’ten önce daha mı az despotikmiş?
Evet. İlk sadrazam katli Çandarlı Halil Paşa. Türkmen aristokrasisinden gelen bir başvezir. İstanbul’un fethinden sonra Çandarlı’yı öldürtüyor Fatih, Bizans’tan rüşvet aldığı gerekçesiyle. Aslında o doğru değil. Barış yanlısı bir siyaset izliyor Çandarlı. Ve kuşatmaya karşı, çünkü şehir hemen alınamıyor. Ondan sonra sarayda kul konumunda olan devşirme vezirlerin ve başvezirlerin hâkimiyeti artıyor. Fatih döneminden bu yana uygulanan bir sistem. Bence gayri insani ve bugünden baktığımızda hiç de benimsenecek bir sistem kurmamış Osmanlı. Bunu söylemek lazım.
Romanda tüm karakterler de capcanlı, sanki oradaymışsınız gibi yazmışsınız.
Tabii bir araştırma yaptım ama Aşk ve İsyan her şeyden önce bir roman, tarihsel bir roman; bir arayışın romanı, Osmanlı tarihiyle bir hesaplaşmanın romanı.
Devamı T24‘te…