Doğan Kitap Yayın Direktörü Cem Erciyes, başka yayınevlerinin yayımladığı kitaplar arasında okuyup sevdiklerini tanıtıyor. Bu yazıda mercek altına aldığı eserler: “Annemin Kaburgası”, “Bir Hürriyet Hikayesi” , “Hitler Almanyası’nda Berlin Sefirliği Hatıralarım” ve “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun”
Açık sözlü bir Tanpınar kitabı
- Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun
- Selim İleri
- Everest Yayınları
- 223 sayfa
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ayaspaşa’daki evinde Abdülhak Şinasi Hisar’ı ziyaret ettiği günü anıyor daha kitabın ilk sayfalarında Selim İleri. Belki de aldığı borcu ödemeye gitmiş ve muhtemelen ikisi birlikte kısa bir süre önce hayata veda eden Yahya Kemal’den konuşmuşlar, ‘ölüsünü iğneleye iğneleye’…
Selim İleri’nin yeni kitabı Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı öznel bir biyografi. Kitabın üstünde her ne kadar ‘roman’ yazıyor olsa da bana daha çok okuma notları, anılar ve fikirler kitabı geldi. Hatta ünlü yazarın hayatını gözden geçiren bir tür ‘öznel biyografi’ olduğunu da söyleyebiliriz. Selim İleri günlükleri, yazıları, romanları, mektupları ve kendi anıları içinde gezinerek Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anlatıyor. Onu anlamaya, onun iç dünyasına girmeye çalışıyor ve önemli ölçüde başarıyor da bunu. Çünkü bu yalnız, iç dünyası çalkantılı, anlaşılamamaktan mustarip ama bir yandan da yetenekli, bilgili ve özgün edebiyat insanına şefkat ve sevgiyle yaklaşıyor. Ama dürüstlüğü ve açık sözlülüğü de elden bırakmıyor. Zaman zaman ona kızıyor, eleştiriyor, çelişkilerini, zayıflıklarını sergilemekten geri durmuyor. Tanpınar’ın metinlerini anlamaya çalışan devasa külliyata böylece özgün bir katkıda bulunuyor.
Tanpınar aslında eserleri ve yaşamıyla Selim İleri edebiyatının ilgi alanına giren, girebilecek olan bir yazar. Dolayısıyla Selim İleri’nin bir roman kahramanı olarak Tanpınar’ı ele alıp anlattığı bir kitap yazması onun külliyatı içinde de önemli bir yer tutu…
Tanpınar’ın külliyatı içinde geziniyor Selim İleri. Romanlarından mektup ve günlüklerine enteresan detaylara işaret ediyor. Bunları görebilmek için Selim İleri olmak gerekiyor. Bu kitabı tam anlamıyla anlayabilmek için Tanpınar’ı çok iyi bilmek, tat almak için seviyor olmak şart. Ama öyle detaylar var ki edebiyat tarihimizle alakalı herkesin büyük bir merakla okuyacağı muhakkak.
Mesela Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fehim Bey ve Biz romanı için yazdığı yazıdan bahsediyor ve sonra Tanpınar’a seslenerek şunları yazıyor “Bir Proust lakırdısı ortaya attınız, Abdülhak Şinasi’ye ve eserine yapışıp kaldı; bol bol yinelediler. Anılarından kim söz açsa kim anılar çağrışımlı yazsa, Proust taklitçisi sayıldı. Hatta kendiniz de kurutulamadınız…”
Ya da Necip Fazıl ile ilişkilerini değerlendirdiği bölümde bu kez onun şiiri üstüne yayımlanmış bir yazısından bahsediyor ve bu yazıda Tanpınar’ın söz ettiği ‘Konserto’ adlı şiirin olmadığını, muhtemelen ‘Senfoni’ şiirinin adını yanlış hatırlayıp böyle yazdığını kimse de fark etmediği için öylece kaldığını tespit ediyor.
Ya da Tanpınar’ın “huysuz, karışık, küçük hesapları, en kötü insanlarla beraberliğe hazır ve menfi adam” diye söz ettiği Peyami Safa ile ilişkisine bakıyor. Ve ölüm haberi üstüne ‘Peyamiye acımadım’ diye yazmasını “yaşlanışın duygu kütlüğü”ne bağlıyor…
Herkesle böyle inişli çıkışlı değil ama Tanpınar’ın ilişkisi. Mesela Adalet Cimcoz’la hep çok yakınlar. Mutluluk içinde günler geçirdiği Paris’ten mektup yazdığı ve sipariş ettiği parfümü parası bittiği için alamadığını söylediği Adalet Cimcoz, Selim İleri’nin de hayatında iz bırakanlardan. Cimcoz ile son karşılaşmasını hatırlıyor Selim İleri, garip bir tesadüfle tam da bugün oturmakta olduğu apartmanın önünde karşılaşıp sohbet etmelerini de kitabına koyuyor.
2020’nin en iyi kitapları arasında sayılan ‘Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun’, Selim İleri’nin müthiş edebiyat ve edebiyat insanları bilgisiyle yazılmış çok özel bir çalışma.
Türkçe queer edebiyatında bir yıldız
- Annemin Kaburgası
- Burçin Tetik
- İletişim Yayınları
- 99 sayfa
Burçin Tetik’in öykülerindeki duygusallığın, şaşırtıcılığın ya da psikolojik derinliğin ortak kıvamı sanıyorum ‘incelik’ sözcüğüyle ifade edilebilir. İncelikli öykünün ne olduğu hakkında güzel birer örnek onun yazdıkları. Her şeyi kıvamında, yeterince cesur ama bağırmayan, insanların içindeki duygulara sirayet etmemizi sağlayan öyküler bunlar. Annemin Kaburgası, Türkçe queer edebiyatına değerli bir katkı sunuyor. Cinsel kimliklerin kendi kabına sığamadığı öykülerde yeni travesti, gay ve lezbiyen karakterlerle tanışıyoruz. Bu karakteler, insanların aşklarını gururla taşıdıkları öykülerin kahramanları olarak usulca Türk edebiyatında kendi yerini alıyor… Ama bütün öyküler de cinsel kimliklerle ilgili değil. Anlatılmamış duygular, anılar ve gecikmiş hesaplaşmalar da bu kitabın ilgilendiği insanlık halleri arasında. Burçin Tetik, bir sonraki kitabını merakla bekleyeceğimiz kendine özgü bir kalem. İletişim Yayınları’nın çokça yayınladığı yeni öykücüler içinde dili ve konularıyla özgün, dikkat çeken bir imza.
DP’nin aydınları
- Bir Hürriyet Hikayesi
- Ertuğrul Günay
- İletişim Yayınları
- 248 sayfa
Ertuğrul Günay ilginç bir araştırmaya imza atmış. Türkiye’nin en uzun süre Kültür Bakanlığı yapan ismi; sosyal demokrat siyasetten gelip AK Parti içinde, Tayyip Erdoğan kabinesinde bakanlık yapmasını çok eleştirenler olmuştu. Ama o dönem kültür dünyası ile Erdoğan yönetimi arasında pek çok kez yumuşatıcı bir etki yaratmayı başardı, pek çok sıkıntılı durumda ortak akla yatkın tavır takınarak başarılı oldu. Sonunda da zaten dayanamadı ve şimdi siyasetin dışında. İki yıl önce kültür bakanlığı döneminde de çok önemsediğini bildiğimiz arkeolojiyle ilgili yazılarından oluşan bir kitabını biz Doğan Kitap’tan yayımlamıştık: Sevgili Anadolu. Şimdi İletişim Yayınları’ndan siyasi bir araştırması yayımlandı. Hakikaten ilginç bir çalışma, Türkiye siyasi tarihinde önemli ama başarı sağlayamadığı için unutulmuş bir siyasi hareketi, Hürriyet Partisi’ni anlatıyor. Bu parti, 1955 yılında Menderes’e muhalefet eden Demokrat Partililer tarafından kurulmuştu. 1955 yılına doğru DP’nin dış politika ve ekonomideki sıkıntılarını eleştiren partililer karşılarında katı ve dediğim dedik bir lider buldular. Sertleşen Adnan Menderes parti içi muhalefete karşı çok katıydı ve ihraçlar başladı. En son hükümet ve siyasette yolsuzluk iddialarına karşı sunulan İspat Hakkı diye bilinen yasa değişikliği de Menderes yönetimi tarafından şiddetle reddedildi ve bunu savunan Lütfi Karaosmanoğlu gibi vaktiyle bakanlık da yapmış partinin ileri gelenlerinin de aralarında olduğu isimler partiden ihraç edildi.
Sonunda yeni bir parti kuruldu. Hürriyet Partisi, DP içindeki aydın, neredeyse hepsi üniversite mezunu, bazıları Avrupa’da eğitim almış bir grubun demokratik ilkelerden sapan partilerine karşı giriştikleri yeni bir harekete dönüştü. Çok sayıda milletvekili bu partiye geçti ve hatta 1957 seçimlerine kadar CHP’den bile fazla milletvekili olan Hürriyet Partisi ana muhalefet görevini üstlendi. Parti programı ve ilkeleri Türkiye için demokratik ve liberal bir düzen hedefliyordu. İçlerinde Turan Güneş, Muammer Aksoy, Şerif Mardin, Ziyad Ebüzziya gibi sonraki yıllarda başka siyasi gruplarda ve siyaset dışı alanlarda ismini duyuracak kişilerin de olduğu bu grup bir tür ‘aydınlar kulübü’ gibi kaldı. Partiyi fırsatçılara kaptırmamak için üye olma sürecini bile bir onay mekanizmasına bağladılar ve kitleselleşip örgütlenemediler. 1957 seçimlerine girerken DP’ye karşı bir muhalefet cephesi kurulmaya çalışıldı. Ama hem DP çeşitli yeni kanunlarla bunu güçleştirdi, hem de Ertuğrul Günay’ın anlatımından öğreniyoruz ki İsmet İnönü ve Osman Bölükbaşı gibi diğer liderler bu konuya yeterince inanmadı. Hatta İnönü siyasi tecrübesiyle bu işten kendi partisinin kazançlı çıkacağını hesapladı. Nitekim öyle oldu, 57 seçimlerinde Hürriyet Partisi hezimete uğradı. Hızla eridi ve parti kendini feshedip CHP’ye katıldı…
Son yıllarda güncel siyasette yaşananların yakın tarihimizdeki benzerlerine işaret eden yazılar ve kitaplar yazılıyor. Günay’ın çalışması da böyle bir özellik taşıyor. Sözü dolandırmaya gerek yok, Ak Parti’nin önde gelenleri Babacan ve Davutoğlu’nun siyasi refleksi Hürriyet Partisi gelişmesini çok andırıyor. O dönemki muhalefet cephesi arayışları da öyle. Tabii süreç dönemin muhalifleri için de iktidar sahipleri için de çok kötü sonuçlandı. Bu kitapların amacı da zaten bu, demokrasiden yana tavır koymak ve yakın tarihin kabul edilemez olaylarının tekrar etmemesi için bir bilinç oluşturmak.
Hitler Almanyası’nda bir Milli Mücadele kahramanı
- Hitler Almanyası’nda Berlin Sefirliği Hatıralarım
- R. Hüsrev Gerede
- Hazırlayan: Hulusi Turgut
- İş Bankası Kültür Yayınları
- 740 sayfa
1 Eylül uzun yıllar Dünya Barış Günü olarak kutlandı; çünkü korkunç 2. Dünya Savaşı, 1939 yılında tam da bugün Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle başlamıştı. 1 Eylül 1939’da İstanbul Sirkeci İstasyonu’ndan Viyana Ekspresi’ne binen bir Milli Mücadele kahramanı vardır. Mustafa Kemal Paşa ile Bandırma vapuruna binip Samsun’dan Ankara’ya uzanan ilk yolculuğuna eşlik eden ve hep yakınında olan Hüsrev Gerede. 1939 yılındaki seyahatinin sebebi ise, Almanya’ya Türkiye Büyükelçisi olarak atanmış olmasıdır. Savaş davulları çalınırken Türkiye Cumhuriyeti bu hassas başkente tecrübeli bir siyaset ve diplomasi adamını yollamaya karar vermiştir. Gerede o günü şöyle anlatıyor “Eylül’ün 1’i, uğurlu geldiğini tecrübe ettiğim Cuma günü idi. O gün İstanbul’da Berlin’deki görevime gitmek üzere Viyana ekspresine binmiştim. Ayın 2”sinde Sofya’ya vardığımda Polonya savaşının bir gün önce başladığını, Alman ordularının savaş ilan etmeden, sabahın 5.40’ında Polonya sınırını geçtiklerini, hatta Varşova’ya 65 kilometre yaklaştıklarını üzüntü ve endişe ile duymuştuk.”
Hüsrev Gerede savaşın ilk günlerinden 1942 yılına kadar Berlin’de görev yapmış. O dönem tuttuğu notları 1960’ta ‘Almanya Anıları’ olarak derlemiş. Bu anılar ancak 1989 yılında günyüzüne çıkmış ve geniş bir özeti Günaydın gazetesinde tefrika edilmiş. O dönem anıları yayına hazırlayan gazeteci Hulusi Turgut, 31 yıl sonra 740 sayfalık bir kitap olarak yayınlanmasını da sağlayan kişi. Doğan Kitap’ta biyografi kitaplarını yayımladığımız Hulusi Bey’den öğrendiğime göre epeyce bir süre de yayınevinde sırasını beklemiş bu kitap. Neticede İkinci Dünya Savaşı ve Türk dış politikası tarihi açısından şaşırtıcı zenginlikte bir belge bu kitap. Girişten de anlaşılacağı gibi Hüsrev Gerede savaşın ilk gününden Almanların hala avantajlı durumda olduğu 1942’ye kadar bir diplomat olarak dünya siyasetini, asker olarak muharebe ve harekatları, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarından biri olarak o günlerdeki Türkiye siyasetini çok detaylı biçimde anlatıyor. Bizzat olayların içinde bir aktörün ağzından İkinci Dünya Savaşı’nı dinlemek, Hitler’den Ribbentrop’a tarihi kişiliklerle yapılan görüşmeleri okumak, İsmet İnönü’nün yönettiği Türkiye siyasetini ve savaşan ülkelerle kurulan hassas ilişkileri görmek gerçekten de etkileyici. İş Bankası Kültür Yayınları’nın alameti farikası anı dizisinin çok önemli bir kitabı. Kitabı hazırlayan Hulusi Turgut’u ve yayınevini tebrik etmek gerek.