Yalnızlar Apartmanı belki de çoğumuzun yaşam alanını tanımlıyor. Peki kendi kurduğu oluşumla mekân tasarımları yapan Mert Şer, edebiyatın genç ve güçlü kalemlerinden biri olarak Yalnızlar Apartmanı’nda ne mi anlatıyor? İkinci kitabı DEX ile raflara çıkan Mert Şer ile edebiyathaber’de yayınlanan Deniz Ada söyleşisinden bir kısmı sizler için paylaşıyoruz…
Bu ikinci kitabınız. Kalp Manevraları ve Yalnızlar Apartmanı arasındaki benzerlikleri
farklılıkları anlatabilir misiniz?
2016 Kasım’ında yayınlanan Kalp Manevraları’nı önümde duran muhtemel bir yazarlık kariyerinin ilk adımı olarak gördüm. Deneme türü bir kitaptı. İçimde barındırdığım en baskın, en saklı, en parlak hisleri, hayatımın gidişatını bir bir sıraladım. Ondan sonraki kitaplarım her zaman Kalp Manevraları’ndan bir parça taşıyacaktı, ordan filizlenip gelişecekti. Yalnızlar Apartmanı tam da istediğim gibi yaklaşık dört yıllık bir demlenmenin ardından o hiç tükenmesin istediğim hislerden filizlenip ortaya çıktı. İlk kitabımdan farklı olarak hayatlar, duygular, olaylar tasvir ettim. Kurguyu, hisleri aktarmakta araç olarak kullanmak benim için yeni bir yöntemdi. Kalp Manevraları yazarlık kariyerimdeki ilk adımım, Yalnızlar Apartmanı ise benim için edebiyat dünyasına açılan koca bir pencere diyebilirim.
Biliyorum ki mimarlık okuyorsunuz, gelecekte ne görüyorsunuz, mimar mı yazar mı? İkisi mi hiçbiri mi?
Mimarlığın ruhuyla yazarlık arasında her zaman hem madden hem manen benzerlikler bulmuşumdur. Bir projeyi bütünüyle inşa ederken bir mimar olarak zihinsel süreçlerimin çok benzerlerini yazı yazarken de yaşadığımı söyleyebilirim. Yazının da bir strüktürü, temeli, hissi katları, dayanak noktaları, acil çıkışları var. Ülkemizdeki mimarlık eğitimi hayal gücünden, hikâyeleştirmeden uzak olsa da, mimarlık okuyan gençlerin kendilerine dayatılan sistemin dışına çıkıp kurgularını, zihin dünyalarını geliştirmelerini tavsiye ederim. Viyana Teknik Üniversitesi’nde mimarlık lisans ve yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Şimdilerde üçüncü bir maceraya atılarak sosyoloji fakültesine başladım. Her şey yolunda giderse, yoğun tempomdan yeterli vakit ayırabilirsem, yakında mimarlığın ve yazarlığın yanında bir sosyolog kimliğim de olacak. Sosyolojik bakış açısının hem mimarlığıma hem de yazarlığıma büyük katkılarını daha ikinci sınıfta olmama rağmen hissediyorum. Soruya dönecek olursam, mimarlık da yazarlık da beni eşit ölçüde tatmin ediyor, ikisiyle de haşır neşir olurken benzer mutlulukları yakalıyorum. Geleceğin beni hangi tarafa iteceğine sanırım okurlar karar verecek.
Yalnızlar apartmanı 4 öyküden oluşuyor, hem ayrıksı hem iç içe geçmiş öyküler. Ne dersiniz bu konuda?
Çok sık muhattab olduğum ‘Tüm bunları nasıl yazıyorsun? Nereden geliyor?’ sorusuna çoğunlukla şöyle cevap veriyorum; ‘Hissettiklerimi, hissedemediklerimi ve hissettiremediklerimi yazıyorum.’ Yalnızlar Apartmanı’nda anlattığım insanlar, tasvir ettiğim ruh halleri işte bu gözlemlerimin bir harmanı diyebilirim. Bu kitabı yazarken, kesişen, bazen uçlara savrulan onlarca çizginin kafamda oradan oraya uçuşurken bir sarmala dönüştüğünü hayal ettiğim çok oldu. O yüzden kitabın adını Yalnızlar Apartmanı koydum. Farklı zamanlarda farklı şehirlerde var olduklarını hayal ettiğim tüm karakterler günün sonunda aynı apartmanın ayrı katlarındaki yataklarında uyuyorlardı. Ben de giriş katındaki penceremden onların gizemli hayatlarına şahit oluyordum.
Tüm öykülerde örtük ya da açık, büyük yazarlara göndermeler var, bazılarını bizimle paylaşır mısınız?
Ben çok uzun zamandır hayatımdaki en mühim konuları yazarak karşı tarafa aktarırım. Konuşma yoluyla insanın aklından geçirdiği düşüncelerin çok azını karşı tarafa aktarabildiğini düşünürüm. Birinin gönlünü almam gerekiyorsa önce hemen yazmaya otururum. İnsan yazarken her şeyi, kendini de dış dünyayı da daha etraflıca anlıyor. Yazarken düşüncelerimiz sanki daha ince bir elekten geçip en öz haline kavuşuyor. Yalnızlar Apartmanı genel haliyle yazının bu kabiliyetine, yazının büyüsüne bir gönderme içeriyor. Bahsi geçen tüm öyküler kahramanları tarafından kağıda dökülmüş metinlerdir. Her kahraman yazarak kendiyle, geçmişiyle, dış dünyayla daha iyi bir hesaplaşmaya kalkışabildiğini fark ediyor. Öykülerin içinde de dediğiniz gibi kitaplara, yazarlara, akımlara göndermeler var. En güçlü atıf yaptığım yazar, ‘Bağlantısızdan Tutunamayana’ adlı dördüncü ve son kısımda ‘Sevgili abi’ diye hitab ettiğim Oğuz Atay’dır. Yine aynı bölümde varoluşçu felsefenin öncü isimleri Camus, Sartre gibi filozoflara yaptığım atıfları bir kadın üzerinden okuyucuya aktarmaya çalıştım. Benim hayatımda çok başka bir yerde olan Tomris Uyar’a da bir selam göndermeyi ihmal etmedim.
Devamı edebiyathaber‘de…