• Düşüşten Sonra
• Selim İleri – Burcu Aktaş
• Everest Yayınları, 243 sayfa
Edebiyatımızın en sevilen en birleştirici kişiliklerinden birisi Selim İleri. Evet, hele ki yaşıtları arasında küs oldukları filan vardır; ama Selim İleri bir gün mutlaka onların da gönlünü alır. Yeter ki kendisi gibi iyi bir yazar, iyi bir edebiyatsever ya da sadece iyi bir insan olsun… En gençlerden uzun yıllar önce bu dünyadan göçüp gitmiş eski yıldızlara kadar edebiyat dünyasından hemen herkesle alakalıdır Selim İleri. O müthiş hafızasında Kemal Tahir’den Attila İlhan’a, Leyla Erbil’den Adalet Ağaoğlu’na sayısız yazarın hatıraları, tek tek bütün kitapları, öyküleri, şiirleri ve hatta kimsenin bilmediği bazı hikayeleri vardır. Onunla edebiyat konuşmak bu nedenle herkes için büyük zevktir, uzun süren sofrasında bulunmak ayrıcalıktır. Ama tabii ki en büyük ayrıcalık evinde, koltuğunun karşısında sohbete daldığı en yakınlarından biri olmak. Onların belki de en gençlerinden biri ise yazar, gazeteci Burcu Aktaş.
Burcu Aktaş’ın Selim İleri ile sohbete daldığı akşamlardan biri, ne yazık ki ikisi için de kötü bir geceye dönüşür. Çünkü Selim İleri bir beyin kanaması geçirip hastaneye kaldırılır. Daha sonra iyileşip evine çıktı ama onu çok seven bütün edebiyat dünyasının da yüreğini ağzına getirdi. İşte eve çıktığı günlerde Burcu Aktaş ile giriştikleri sohbet de güzel bir kitap oldu: Düşüşten Sonra. Belli ki Selim İleri için o kötü geceyle hesaplaşmak, tekrar hayata ısınmak için bir vesile. Burcu Aktaş’ın sorularıyla birlikte ‘düştüğü’, yani hastalandığı geceden başlayıp daha eski hatıralara ve hesaplaşmalara doğru gidip geliyor. Selim İleri’nin tüm edebiyatında kendini gösteren ‘acı ve keder’ tabii ki bu sohbette de ağırlığını koyuyor. Ama Selim İleri her zaman olduğu gibi acısını içine çekip bizi şaşırtacak bir açık yüreklilikle, geçmişe dair bir hesaplaşmaya gidiyor. Kırdığı kalpleri, gösterdiği zaafları anlatıyor, geçmişin edebiyat dünyasında bizi gezdiriyor.
Selim İleri bu kitap çıktıktan sonra tekrar bir beyin kanamasıyla hastaneye yattı. Tedavisi sürüyor, durumu iyiye gidiyor. Ama bu ‘ara kitap’ onu takip edenler için çok değerli bir çalışma oldu. Hepimiz büyük bir merak ve saygıyla aldık, okuduk. Bu nedenle özellikle Burcu Aktaş’a edebiyatı ve Selim İleri’yi sevenler adına teşekkürlerimizi iletiyorum.
• Ülker Abla
• Seray Şahiner
• Everest Yayınları, 160 sayfa
Seray Şahiner günümüz Türk edebiyatının en kendine özgü isimlerinden biri. Gündelik hayatın içinde görünmez olan kadınları görünür kılıyor. Kentin kıyısında köşesinde yaşayan, yoksul ve erkeklerden bir türlü hayır görmeyen kadınlar. Şahiner’in Türkiye’de kadın meselesinin edebiyattaki en önemli temsilcilerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Kendisini tanıyanlar kıvrak zekasını, neşesini ve enerjik dilini de iyi bilirler. İşte bunu edebiyata dönüştürüyor Seray Şahiner, öykülerinde ve romanlarında büyük hüzünlere eşlik eden güçlü bir mizah var. Kendi tabiriyle ‘mizahı kalkan edinen’ kadınları hikayelerini anlatıyor, ama aslında kendisi anlattığı o acı dolu, karanlık, hepimizin aşina olduğu ve en çok da bu nedenle içimizin kaldırmadığı hikayelerini zekice bir mizahla zenginleştirip nefis bir okuma keyfine dönüştürüyor.
Ritmi yüksek bir dille hiç durup dinlenmeden akan iç konuşmalardan oluşan metinler yazıyor. En trajik halleri garip bir kalenderlikle ve kendi kendisiyle dalga geçme ermişliğine ermiş kadınların sesiyle anlatıyor. Gördüğü zulümle yalnızlaşan, birkaç iyi el dışında toplumun da görmezden gelip derdiyle başbaşa bıraktığı kadınların hikayelerini okurken bir yandan da Ülker Abla romanında olduğu gibi bir karakterler galerisinde geziniyoruz.
Ülker Abla, Seray Şahiner’in çok sevilen romanı Antabus’un karakterlerinden biri. Koca zulmünden kaçıp hastanelerde refakatçilik yaparak yaşamaya, saklanmaya çalışan Ülker Abla, o küçük romanın içinden çıkıp kendi macerasıyla yeni bir romana dönüşmüş. İlki gibi bu da yukarıda anlattığım akıcılığı, canlılığı ile tek kişilik bir oyun olarak sahnelenmeye çok müsait. Ülker Abla’nın hastanede karşılaştığı insanlar, düğün salonlarında, tanıdık evlerinde, sokaklarda yaşadıkları bize başka trajik hikayeleri, toplumsal gariplikleri, insani bencillikleri gösteriyor. Biliyoruz ki Ülker Abla’nın hikayesine girip çıkan, ona teğet geçen her şey, şu kavanoz dipli dünyanın trajedilerinden bir parça taşıyor. Sanki Seray Şahiner, herhangi bir küçük karaktere doğru dönse, o ilmiği tutup çekmeye başlasa oradan yeni bir Ülker Abla romanı daha çıkabilirmiş gibi. Seray Şahiner, kendi içinden doğarak çoğalacak bir edebiyatın kalemi olmaya aday. Ama tabii bilmiyoruz şimdiden, önündeki uzun ve parlak yolda nerelere yürüyeceğini. Fakat yazdığı her cümlede kendi edebi imzasını atabilen önemli bir yazar olarak şimdiye kadar ürettikleri onu özel bir yere koymamız için yeterli.
• Proleteryanın Büyülü Kutusu, Türkiye İşçi Partisi Radyoda
• Atilla Aşut, Gökhan Atılgan,
• Yordam Kitap, 544 sayfa
Son günlerde siyaset sahnesinde yükselen bir dalgaya dönüşen TİP’in en parlak yıllarına dair çok ilginç bir kitap yayımlandı: Proleteryanın Büyülü Kutusu. Bugünlerde siyasetin tıkanıklığından, biraz da genel başkanı Erkan Baş’ın karizmasından beslenerek ilgi çeken TİP 1960 Anayasası sonrasındaki özgürlük ortamında sosyalizmden söz eden ve dönemin küresel sol dalgasını da Türkiye’de temsil ederek sesini duyurabilen çok etkili bir harekete dönüşmüştü. TBMM’de grup kuran parti işçilerden köylülerden yana sesini hem Meclis kürsüsünden hem de basından radyoya her tür iletişim aracından duyurabiliyordu.
O dönem neredeyse tüm ilerici aydınları kendine çeken TİP’in propaganda için kullandığı mecralardan biri de radyo olmuş. Zamanında tüm Türkiye’ye ulaşan ve en etkili iletişim aracı olan radyo, malum devlet tekelindeydi. Ama bir zamanlar bu ülkede demokrasinin hiç değilse esamisi varmış… İnsan bu kitabı okurken onu da görüyor. Meşru bir siyasi parti olarak TİP de diğerleri gibi seçim dönemlerinde radyodan konuşmalar yayımlıyor, kendisini, programını anlatıyor. Mevcut düzeni kıyasıya eleştiren konuşmalar yapılıyor; sosyalizm, hem de gür bir sesle dile getiriliyor.
Kitabın en güzel sürprizi bazı konuşmaların ses kayıtlarına ulaşma imkanı vermesi. Kitapta yer alan kare kodları cep telefonunuzdan okutup, internete yüklenmiş ses kayıtlarına kolayca ulaşıyorsunuz. Ve karşınızda işçilerden, köylülerden söz eden, yoksulluğa karşı çıkan, sömürüye itiraz eden Yaşar Kemal, Can Yücel, Tarık Ziya Ekinci, Çetin Altan, Mehmet Ali Aybar çıkıyor… “İşçiler, ırgatlar, azaplar, fakir köylüler” diye başlıyor söze Mehmet Ali Aybar. Konuşmasını “yeni bir gün doğuyor, yeni bir gün doğuyor…” diye bitiriyor Yaşar Kemal. “Yurttaşlarım, kardeşlerim, canlarım” diye sesleniyor dinleyenlere Can Yücel; “Ben anlatacağım sana bütün dalavereleri, bu ülkenin nasıl soyulduğunu ve sömürüldüğünü” diyor Çetin Altan…
• İstanbul’da Rock Hayatı, Sosyolojik Bir Bakış
• Ali Akay, Derya Fırat, Mehmet Kutlukhan, Pınar Göktürk
• Doğubatı Yayınları, 262 sayfa.
1990’larda Beyoğlu’nda tekrar bir hareketlilik ve dönüşüm başladığı sırada bu gidişi ilgiyle izleyen ve sanıyorum ki bir parçası da olan birisi vardı, Prof. Dr. Ali Akay. Türkiye’de sosyoloji, kuram, sanat konularında en yetkin, en tanınan isimlerden biri olan Ali Akay, hayatın bohemine de açık bir akademisyen, yazardır. Nitekim 1992-1995 yılları arasında bir grup öğrencisiyle birlikte Beyoğlu’ndaki rock kültürü üstüne bir araştırma yapmış, bunu kitaplaştırmış. İlk baskısı 1995’te Bağlam Yayınları’ndan çıkan kitapta rock barlar, rock grupları, rock dergileri yer alıyor. Görüşmeleri yapan öğrencilerin gençliği, sorulardan ve kavramsallaştırmadaki bonkörlüklerinden anlaşılıyor olsa da kitap bir döneme tekrar bakabilme imkanı verdiği için ilgiyi hak ediyor.
Geçip gitmiş ama hepimizde iz bırakmış bir dönemi belgeleyip anlamlandırmaya çalışan bir kitap İstanbul’da Rock Hayatı. İçinde bir çok hoş detay var, mesela Kadir Çöpdemir’in bir zamanlar Stüdyo İmge’nin yayın yönetmeni olduğunu ben bu kitaptan öğrendim. Ya da çoğunu iyi tanıdığım o eski rock barları, ‘ucuzdan pahalıya’ gruplayan bunları da ‘en alt düzey mekanlar’, ‘anlamsız pahalılıktaki yerler’ gibi başlıklarla analiz eden bölümü pek sevdim. İşte kitaptan tadımlık olarak ucuzdan pahalıya, beş kategoride 90’ların rock müzik çalınan mekanları. Hatırlayanlara güzel bir nostalji fırsatı olsun:
- Tip: Eski Kemancı, Gitanes, Hassictear, Haydar, Sirena;
- Tip: Flatline, Alt Kemancı, Mandala, Gitar-Cafe, Caravan, Sis, Cazibe, Scream;
- Tip: Leman Kültür, Perie Petite, Cine Cafe;
- Tip: Üst Kemancı, Hayal Kahvesi, Roxy, Jazz Stop, Bilsak;
- Tip: Rockhouse…