Nedim Güsel’in Doğan Kitap’tan çıkan son romanı Aşk ve İsyan, raflarda yerini aldı. Peki Aşk ve İsyan neyi anlatıyor? Oggito‘dan Sinem Gündem, sizler için Osmanlı’nın daha önce hiç anlatılmamış yüzüne mercek tutan Aşk ve İsyan’ı inceledi…
Bir yazarı ve yazdıklarını sevmek onunla aynı kafada düşünmek midir? Nedim Gürsel’in son kitabı Aşk ve İsyan kafa dengi okur ve yazar buluşması mı yoksa mizah duygusundan bir nebze de olsa nasibini almış herhangi bir insanın okuduğu satırlara bıraktığı kahkahalar mı? Kitabın hemen hemen her sayfasında bu soruları sordum. Ama bir cevap aramak yerine Gürsel’in renkli, matrak, tarihi ve Osmanlıyı adeta bir meddah havasında anlattığı kitabına ve kalemine hayran oldum. Bu nedenle bu yazı yanlı bir yazı olacak.
Voltaire’in ünlü kahramanı Saf Oğlan Candide’in hikâyesini devam ettirmiş Gürsel yeni kitabında. Açıkçası buna nasıl cesaret etmiş, gerçekten de Candide’i Lale Devri’nde, İstanbul’da sevgilisini aradığı bir yolculuğa çıkarmış mı diye hayret ederek başladım okumaya. Ama merak etmeyin Nedim Gürsel hikâyeyi anlatırken aralara girip okurun sorabileceği tüm soruları yanıtlıyor neredeyse. Aşk ve İsyan’ı Voltaire’in şatosuna Ferney’deki malikânesine kapanıp yazdığını da eklemeden geçmeyelim.
“Gözlerini kırpmadan cana kıyıyorlar, koskoca sadrazamlarla paşaları baldırı çıplak haydutlar gibi ama “siyaseten” ve sorgusuz sualsiz katlediyorlar, hile yapan esnafa aman vermeyip dükkânlarının tavanlarında sallandırıyorlar, süt emen şehzadelerle küçük kardeşlerini cellada boğdurmakta hiç̧ tereddüt etmiyorlar, ama kuşlara gelince yelkenleri suya indirip soğukta üşümesinler diye duvarlara küçümen köşkler, yuvalar yapıyorlardı” diye anlatıyor Candide Osmanlı’yı. Nedim Gürsel’in Lale Devri’ni bu derece sansürsüz ve sanki oradaymışçasına anlatması ise ayrı lezzet bırakıyor okurda. Tabii Osmanlıyla ilgili bu kadar acımasız gerçeği Saf Oğlan Candide üzerinden anlatması da yazarın ince zekasına göz kırpmamızı sağlıyor. Osmanlı bu şekilde ancak Saf Oğlan’ın gözünden anlatılabilirmiş gibi…
Nedim Gürsel tarihçi miydi nasıl bu kadar oradaymışçasına, onlarla yaşamışçasına anlatabiliyor ki olan biteni diye düşünürken yine cevabı yazar veriyor; “Kimin nerede ne yaptığını, hangi fitneye karıştığını, o günlerin görgü̈ tanığı olmasam da vakanüvislerin sayesinde ben biliyorum çünkü”
Voltaire’in bir karakterinden Osmanlının padişahlarına, sadrazamlarına, hamam tellaklarından, yabancı ressamlarına kadar herkes her karakter capcanlı. Aslında hiâyedeki her şey o kadar korkunç ve delice ki, Osmanlıyla asla cesaret dolu bir yüzleşme yaşayamayacağımızı düşündüm yer yer. Bu kadar da olmaz bu kadar da ölüm fazla dediğim her yerde de araya giren yazarın “Evet, okudukların gerçek” uyarısıyla karşılaşmak bir şok etkisi yaratmadı değil. Nedim Gürsel her şeyi o kadar masalsı bir havada anlatmış ki; ölen ölsün kalan sağlar bizimdir duygusu oluşuyor insanda ister istemez. “Diyeceğim, iyimser olmamı gerektiren bir neden yoktu ortada. İşte tam da bu nedenle…
Devamı Oggito‘da…