Adalet Ağaoğlu üçlü kişiliği ile gündem yaratacak tavır ve açıklamaların insanı, muzip bir dost, edebiyat dünyasında her zaman sesine kulak verilen bir usta, kitapları zevkle, ilgiyle okunacak bir yazar, yaşamını yazıya adamış bir edebiyat insanı olarak hatırlanmaya devam edecek. İyi ki onu tanımak, kitaplarını okumak fırsatı bulduk… Cem Erciyes sizler için Adalet Ağaoğlu okumanın hissettirdiklerini yazdı.
Adalet Ağaoğlu ile nerede, nasıl tanıştım acaba? Annemin kütüphanesindeki çok sevdiği romanlardan biri olduğunu bildiğim Bir Düğün Gecesi’ni okuyarak mı, yoksa Radikal Kültür Sanat servisini arayıp sitemlerini ya da önerilerini ilettiği telefonlardan birinde mi, yoksa bir edebiyat davetinde mi? Karar veremiyorum, ama biliyorum ki edebiyat gazeteciliği yaptığım yılları gururla anmama vesile olan dostluklardan biriydi Adalet Hanım’la aramızdaki…
Türkiye’de çok erken dönemde adını duyurmuş, kendini kabul ettirmiş kadın yazarlardan birisi Adalet Ağaoğlu. Güçlü kişiliği, aydın sorumluluğu kavramını hiç yitirmeyişi, edebiyatını hep canlı tutma çabası ve başarısıyla Türkiye’nin kültür hayatında iz bırakan bir imza.
İşin aslı çok genç yaşta tanınmıştı. Bir oyun yazarı olarak. Daha yirmili yaşlarda oyunları Ankara’da Devlet Tiyatrosu sahnelerinde oynanmaya başladığında edebiyat ve sanat dünyasına hızlı bir giriş yapmıştı. O yılları konuştuğumuzda, salonun en öne sırasında oturduğu ve tanınmış edebiyatçıların, sanatçıların, aile fertlerinin doldurduğu o salonda gencecik bir yazar olarak alkışlarla sahneye çağrıldığında kapıldığı mahcubiyeti ve hayreti aradan geçen belki de 60 yıla rağmen hiç unutamadığını anlatmıştı. Erkek kardeşi Güner Sümer’le birlikte Türk tiyatrosunun altın çağı sayılan 60’lı yılların en tanınmış oyun yazarları arasında yer almışlardı. Türkiye’de kültür ortamının lokomotif sanatının tiyatro olduğu yıllar… Adalet Ağaoğlu’nun bugün de sahnelenen eserlerin bazıları işte o yılların ürünü: Tombala, Çatıdaki Çatlak, Evcilik Oyunu…
Tiyatronun siyasi baskılara daha açık olması mı Adalet Ağaoğlu’nun yaratıcılığının sınırlarını genişletmek istemesi mi daha etkili oldu bilinmez ama 1973’te bir romanla, Ölmeye Yatmak ile çıktı edebiyatseverlerin karşısına. Daha sonra Dar Zamanlar Üçlemesi adını alacak bir dizi romanın bu ilki epey ilgi gördü. Çünkü Adalet Ağaoğlu hem anlatım biçimiyle farklı bir yerde duruyor hem yaşadığı dönemin sosyal ve siyasi bir fotoğrafını çekmeyi başarıyordu. Burjuvazi, işçi sınıfı ve dönemin güçlü sol akımlarının etkisi altında olan akademisyenlerden genç öğrencilere 1970’lerin Türkiyesi yer alıyordu bu romanda. Romanın kahramanı Aysel, edebiyatımızın en unutulmaz karakterlerinden biri olacaktı. Adalet Ağaoğlu da kendisiyle özdeşleşen bu ilk romanı asla unutmayacak, son röportajlarından birinde ‘Ölmeye yatmak diye roman yazdım, şimdi ölmemeye yatmış gibiyim, çok sıkıldım’ diye o ünlü muzipliklerinden birini yapacaktı. (Filiz Aygündüz, Milliyet). Serinin altı yıl sonra gelen ikinci romanı Bir Düğün Gecesi de daha ilk cümlesiyle ünlü olacaktı. Roman karakteri Tezer’in ‘İntihar etmeyeceksek içelim’ sözü, Ağaoğlu’nun uzun yazarlık kariyeri boyunca en unutulmayan cümlesi olacak, 70’ler, 80’ler ve hatta 90’lar 2000’ler boyunca bu ülkenin dar zamanlarına hapsolan bütün genç muhaliflerinin en bunaldıklarında, ölmeye yatamadıklarında, sığındıkları bir slogana dönüşecekti. Adalet Ağaoğlu’nun diğer bütün romanları da benzer derecede etkili oldu. ‘Yazsonu’, Selim İleri tarafından bugün de okunması gereken kitaplar arasında sayılıyor. Üç Beş Kişi, Ruh Üşümesi, Romantik Bir Viyana Yazı, Dert Dinleme Uzmanı… Hayır adlı romanı üstüne başlı başına bir kitap yazan Semih Gümüş’ün bu kitap için yaptığı bazı tespitleri Ağaoğlu’nun bütün romanları için genelleyebiliriz diye düşünüyorum. Gümüş, ‘Hayır’ı bir düşünce romanı olarak tanımlar. İçindeki intihar ve ölüm tartışmalarının aslında bir başkaldırı biçimi olduğunu anlatır ve şu tespiti yapar: “Adalet Ağaoğlu romanı özellikle Hayır… ile birlikte bir biçim ve kimlik değişimi yaşıyor. Hayır.. bir arada Ruh Üşümesi ile Romantik Bir Viyana Yazı. Bizi son kertede zorlayan şu iç acısı çağımızın ve iyimserliğimizi öldürmek için her yola başvuran şu içinde bulunduğumuz toplumun sorunlarıyla bir ödeşme, enikonu sorgulama çabasının da ürünü romanlar.” (Başkaldırı Ve Roman, Semih Gümüş, Oğlak Yayıncılık, 1996)
Adalet Ağaoğlu bu romanlarıyla Türkiye çapında kalıcı bir etki yarattı. Öykü ve deneme kitapları da önemlidir. Özellikle denemeleri ve günlükleri Adalet Ağaoğlu’nun kişiliği ve yazma biçimi üstüne çok iyi fikir verir. Mesela ‘Öyle Kargaşada Böyle Karşılaşmalar’ başlığı altında topladığı denemelerinin her satırına sirayet eden ironi ve sözcük oyunları, küçük iğnelemeler ve metaforlar Adalet Ağaoğlu’nun bir ‘aydın’ olarak üslubunu oluşturur diyebiliriz. Unutulmaz karakterler yaratan, toplumun ve ona kapılmış bireylerin zaaflarını çok iyi bilen, anlayan bir yazar olmasının yanı sıra dilimize kolayca yerleşen zekice sözcük oyunlarının ve buluşların da yazarıydı Adalet Ağaoğlu. İki satır önce andığım deneme kitabının adından da bu anlaşılabilir. Ya da ‘Damla Damla Günler’ ‘Dar Zamanlar Üçlemesi’, ‘Çatıdaki Çatlak’, ‘Çok Uzak Fazla Yakın’ gibi eser adlarına bir kere bakmak ne demek istediğimi anlatmaya yeter.
Yaş Baş adlı 2001 tarihli bir yazısında yaşlanan edebiyatçının üretimini ve yaratıcılığını sürdürme meselesini ele almış Adalet Hanım. “Beden yaşlanıyor. Ya edebiyatçı? Böyle bir soru, akla başka sorular getirir: Düzayak yazar değil de ‘edebiyatçı’ dendiğine göre, işin içine yazılı anlatıda kalite kaygısı, estetik kaygı girer. Sanat ve edebiyatta ‘yaratı’ kaygısı” (Öyle Kargaşada Böyle Karşılaşmalar, Adalet Ağaoğlu, İş Bankası Kültür Yayınları, 2008) Adalet Hanım bu yaratıcılık meselesini çok önemserdi ve kendi yaratıcılığının hakkını da titizlikle korurdu. Onun oyunlarından birine gönderme yapan bir gazete başlığı için ‘Neden adımı anmadın’ diye telefonda güçlü bir sitem işitmişliğim vardır. Ya da mesela, sözünü ettiğim bu deneme kitabını bana Mahur Beste Galerisi adlı yazısını okumam için yollamıştı. 1975 tarihli yazı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanını canlandıran bir müze/galeri hayalini anlatıyor. Bizi romandaki objelerin sergilendiği bir mekanda gezdiriyor. Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nin açıldığı günlerde hepimiz onun yaratıcılığını övüp dururken Adalet Ağaoğlu yine ‘bir muziplik’ yapmaktan geri durmamış ve kendini hatırlatmıştı.
Muzip olmakla övünürdü. Bunun bir zeka ve biraz da cesaret ve biraz da yaratıcılık gösterisi olduğunu bilerek. Genç, orta yaşlı ya da 70’ini aşmış olgun bir yazar olduğunda Adalet Hanım hep biraz kinayeli, bol esprili enerjik ve meraklı olmayı sürdürdü. En azından kendi şahit olduğumuz onun yaşamının son otuz yılında öyle olduğunu biliyoruz. Adalet Ağaoğlu edebiyatta farklı türleri, yeni formları, anlatım biçimlerini denerken bir yandan da politik gelişmelere duyarlı bir aydın olarak tavır almaktan hiç çekinmedi. Kendi vicdanı, aklı ve ilkeleri ışığında ama TRT’den istifa etti, ama İşçi Partisi’ne yakın durdu, ama İnsan Hakları Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı, ama oradan istifa etti. En çok 12 Eylül yargılanacak diye Anayasa değişikliğine destek olduğu için eleştirildi. ‘Yetmez ama evetçiler’den biri olarak bir çevre tarafından asla affedilmedi. Bugün Türk edebiyatı, yaşayan en büyük kadın yazarının arkasından yas tutarken onu politik gerekçelerle yok saymaya çalışanların büyük bir hata yaptıklarını düşünüyorum. Asla unutmamak gerekir ki siyaset akar gider, geriye bir sanatçının sereleri kalır bazen de kalmaz… Adalet Ağaoğlu için uzun süre yaşayacak kitaplar yazmış olduğunu söyleyebiliriz. O, güçlü kişiliği ile gündem yaratacak tavır ve açıklamaların insanı, muzip bir dost, edebiyat dünyasında her zaman sesine kulak verilen bir usta, kitapları zevkle, ilgiyle okunacak bir yazar yaşamını yazıya adamış bir edebiyat insanı olarak hatırlanmaya devam edecek. İyi ki onu tanımak, kitaplarını okumak fırsatı bulduk…
(Bu yazı MESA Yaşam dergisinde yayımlanmıştır)