Bazı yazarlar vardır dünyanın bakış açısını değiştirir. Sistem eleştirisi ve bakıp da göremediğimiz gerçekleri distopyalaştırmak çok cesur ve güçlü kalemlerin harcıdır. İşte George Orwell o yazarlardan. Edebiyat düşkünü herkesin yolunun bir yerde kesiştiği 1984 ve Hayvan Çiftliği gibi eserlere imza atan Orwell ile eserleri üzerine Doğan Kitap editörlerinden Aslı Güneş çok özel bir yazı kaleme aldı…
“Britanya havasına güven olmadığı için birkaç dönümlük arazinin üstü bir dizi açılır tavanla kaplanacak, alttan aydınlatılabilen yarı saydam plastikten devasa dans pistiyle ortada geniş bir alan olacaktı. Bunun etrafında farklı düzeylerde başka işlevsel alanlar gruplandırılacak, çatı manzarasına ve zemin seviyesindeki replikalara hâkim teras barlar ve restoranlar, bowling pistleri, iki mavi gölet olacaktı. Göletlerin biri güçlü yüzücüler için periyodik olarak dalgalarla çalkalanacak, diğeri ise eğlenmek isteyen yüzücüler için durgun ve yazlık havuz olacaktı. Bulutlu gökyüzünde sıcak güneş ortaya çıkmayacağı için çatıların açılmadığı günlerde yaz günlerini hatırlatırcasına havuzların tepesine güneş ışını lambaları konulacaktı. Güneş gözlüklü, mayolu insanların güneş ışını lambalarının altında uzanıp bronzlaşabilecekleri ya da zaten bronz olan tenlerini koruyabilecekleri sıra sıra dizili banklar olacaktı.”
Manzara tanıdık geldi mi? Şehri adım başı kuşatan AVM’lerin, lüks rezidansların manzarası değil mi bu?
Modern çağın trajedisini herkesten evvel sezme yeteneğini haiz George Orwell, 1946 Londra’sında, elindeki dergide “yorgun ve yaşamaya susamış bir adamın gün boyunca dinlenip, rahatlayıp, poker oynayıp, içip, seviştikten sonra yeniden çalışabilecek kadar dinç ve enerjik olmasını” sağlayacak girişimci ütopyalarını okurken o alaycı gülümsemesini takınmış olmalı. Her şeyin sahtesiyle bir el çabukluğuyla yer değiştirdiği bu yeni “haz noktaları”nda “Dans ya da senfonik orkestranın çaldığı ya da radyo programlarının merkezi bir dağıtım devresiyle dağıtacağı yüzlerce ızgaradan müzik yayılacak, dışarıda 1000 araç kapasiteli iki otopark olacaktı. Biri ücretsiz. Diğerinde arabalı açık hava sineması olacak, arabalar ilerlemek için turnikelerden geçecek, film ise arabalara bakan devasa bir ekrana yansıyacaktı. Üniformalı erkek görevliler arabaları kontrol edip ücretsiz yardım ve su dağıtıp benzin ve yağ satacaklardı. Beyaz saten pantolon giymiş kızlar vagonlarda yemek ve içecek siparişi alıp tepsiler içinde getirecekti.”
Peki, Orwell’in savaş sonrası girişimcinin “sınırsız” hayalgücünden çıkardığı sonuç ne?
- İnsan asla yalnız değildir.
- İnsan hiçbir şeyi kendisi için yapmaz.
- İnsan yabani bitki örtüsünün ya da her türden doğal yoldan oluşan nesnelerin görüş alanında değildir.
- Işık ve sıcaklık her zaman yapay olarak ayarlanır.
- İnsan müziğin sesinden asla uzaklaşmaz.
Plajlarda, marketlerde, alışveriş merkezlerinde bangır bangır çalınan müziklerin esbab-ı mucibesi, can sıkıntısından kavrulan ve asla yalnız kalamayan orta sınıfa kolektif bir zevksizliğin parçası olduğunu hissettirmekmiş meğer.
***
Orwell modern çağın yeni haz noktalarını, insanın, o hiç yalnız olmadığı, dış dünyayla bağlantısını tümüyle kestiği, sıcağın, soğuğun, yağmurun, fırtınanın işlemediği ana rahmine dönüş arzusuyla ilişkilendiriyor. Ana rahmine dönüş mü bilmem ama modern insanın, savaş sonrası dünyada hazzı baş tacı ettiği bir gerçek.
Aslında, Orwell’in muhtemelen okuduğu anda yüzünü buruşturmasına, 1984 ve daha sonraki yıllar için endişelenmesine neden olan muhteşem girişimci ütopyası, Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı’nın muzipçe dil çıkardığı Billur Saray’a benzemiyor mu? Yeraltı Adamı o sivri diliyle soruyor: “Peki ama nasıl oluyor da, siz, yalnız olumlu, normal durumların, kısacası refahın insan çıkarlarına uygun olduğunu böylesine kendinizden emin, böbürlene böbürlene söyleyebiliyorsunuz?”
Yeraltı Adamı, Dostoyevski ve Orwell bu birörnek haz noktalarına ne denli dehşetle bakarlarsa baksınlar, akşam yorgun argın evine dönen kentli ana rahmini değilse bile parasıyla satın alabileceği bir cenneti talep edecek. Kentin soldurduğu doğa manzaraları, yapay renklerle bir bir canlandırılacak. Çünkü yeni kentlinin bu yapay haz için harcayacağı para var artık. O, tıpkı Dostoyevski’nin, dedikodusunu yaptığı şu burjuva gibi:
“Bir burjuvanın çimenlik için ayırdığı yerde çimen yetişmemiş bir türlü. Ekmiş, sulamış, başka yerden toprağıyla beraber keserek çıkardığı çimenleri koymuş, olmamış da olmamış…. Tam da evin önüymüş burası. Sözde, sonra yapma çimen almış. Ta Paris’e gitmiş bu iş için; iki buçuk metre çapında bir çimenlik ısmarlamış kendine; uzun uzun otlu bir çimenliği andıran bu halıyı —hiç değilse kendi kendini aldatmak, doğal gereksinmesini karşılamak, çimenlerin üzerine uzanmak için- her öğleden sonra evinin önüne seriyormuş. Alın teriyle kazanılmış bir yere sahip olmanın heyecanına, sevincine kapılmış bir burjuvadan beklenir bu; inanılmayacak bir şey değildir bu anlatılan.”
Evet, Dostoyevski’nin kıs kıs güldüğü burjuva, 1946 Londra’sında alın terinin karşılığında kendisini eğlendirecek şeylerden mahrum olmaktan yakınan savaş pilotu şüphesiz ki yeni çağın “taklit”e dayanan ruhunu kavramışlardı. Her şey kent hayatının ışık ve gölge oyunları içerisinde bir yanılsamaya dönüştürülebilirdi.
Orwell ise elindeki hazların Billur Saraylarına “Acının da insan için faydalı olacağını” söyleyen Yeraltı Adamı gibi “İnsanın ısınmaya, topluma, boş vakte, rahata ve güvenliğe ihtiyacı vardır: Yalnızlığa, yaratıcı çalışmaya ve merak duygusuna da ihtiyacı vardır” diye düşünüyordu. Ve hayatı sadeleştirmeye…
Modern hayata dair kehanetlerini okurken, kentin her köşesinde, düşüncenin terk edildiği her haz noktasında, “George Orwell’in gözü üzerinizde” yazan devasa bir afişin çıkacağını sanıyor insan.
George Orwell. “Haz Noktaları.” Yoksullar Evi. Çev. Solina Silahlı. İstanbul: Doğan Kitap, 2020.
Dostoyevski. Batı Batı Dedikleri. Çev. Ergin Altay. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1972.