Doğan Kitap’ın etkinlikler sorumlusu Merve Karaytu, yıllar içinde yazarlarla birlikte gezdiği Anadolu kentlerini, tarihi zenginlikleri, güzel yemekleri ve kitap dünyasını anlatıyor. Bu yazının konusu eşsiz tarihi ve lezzetleriyle Hatay.
Türkiye sınırları içerisinde gezilebilecek en çok noktanın olduğu yer neresi diye sorsanız ilk tavsiye edeceğim yerlerin başında gelir Unesco’nun “Barış Şehri” Hatay gelir… Her köşesi mi özel, her yeri mi Müze gibi olur bir şehrin. Aynı zamanda gezerken sürekli “ya doyarsam” endişesi de yaşayabilirsiniz. Çünkü bir sonraki duraktaki yerel bir lezzeti yiyememek kaygısı tüm Hatay ziyaretçilerinin yaşadığı bir gerçektir: ) Öyle bir şehir ki tadılacak lezzetleri gezilecek yerleriyle yarışır.
Geçen yıl, Nisan ayının güzelliği ve tam bir paskalya dönemi hareketliliğinde, Doğan Kitap yazarlarından Canan Tan ve Kemal Hamamcıoğlu ile güneşli bir Antakya sabahına merhaba demiştik… Hatay Kitap Fuarı, diğer şehirlerdeki fuarlardan farklı olarak şehrin biraz dışında ve dev bir çadırın içinde organize ediliyor. Ama hiç şehrin dışında değilmişçesine bütün Hatay kitapseverleri akın akın etkinliklere geliyorlar. Bilirsiniz Antakya etnik zenginliğin yeridir, her dinden her milletten insana sokakta olduğu kadar kitap fuarında da bolca rastlayıp sohbet etme imkânı hepimizi çok mutlu etti.
Akşam üzerine doğru, fuar alanının kapanmasına yakın biz de kendimizi otelimize doğru vurduk. Paskalya dönemi olduğundan tüm Antakya meydanları, otelleri şehir dışından gelenlerle dolu. Yazarlarımızla aynı otelde yer bulamayınca mecbur ayrı otellerde kalacaktık. Öncelikle söylemeliyim ki Antakya’da hangi konseptten hoşlanıyorsanız ona uygun bir konaklama yeri mutlaka bulabilirsiniz. Biz satış müdürümüz Hakan Bey ile küçücük bungalovların olduğu bir butik otelde yer bulduk ve oraya attık kendimizi. Merkeze ve gezilmesi gereken noktalara da yakınlığıyla bizi çok memnun eden Kalipso Butik Otel, bizim gibi doğa ve keyif sevenlerdensiniz mutlaka hoşunuza gidecektir. Şuraya da fotosunu bırakalım fikir olsun 🙂
Nisan’da Hatay cıvıl cıvılmış, otelin camından dışarı kulak verince nerdeyse dört farklı kuşun ötüşünü, havadan nefis bahar esintisini hissedebiliyorsunuz. Hatay’a ziyaret planlayanlar mutlaka ama mutlaka Nisan – Mayıs aylarında burada olmalılar, muazzam… Tabii ki bize durmak olmazdı, Bir Hatay akşamını es geçemezdik. Yayınevimizin Çukurova Bölgesi Sorumlusu Mehmet Bey, kalkıp Adana’dan bize eşlik etmeye ve fuarı kontrole gelmiş, biz duralım mı yani? Antakya’nın dokusunu en çok yansıtan yemek mekanlarından olan Konak Restaurant’da birlikte keyifli bir akşam yemeği yedik. Keyifli dediğimiz de öyle laf olsun diye değil, mevzu bahis Antakya olunca masaya gelen ekmek bile daha önce yemediğiniz türden. Yolu düşenleriniz olacaksa; bu restorana gitmeden evvel, bir ay önce arayıp rezervasyon yaptırmalı. Aksi halde kapıda kalabilir ve çok üzülebilirsiniz. Şanslıysanız ve yer bulduysanız harika, masaya oturduğunuzda da mutlaka kaz başı ve zahter salatası ve Sürk (biber salçalı çökelek) söylemeli. Diğer seçenekler damak tadı bakımından zevkinize kalmış, ne de olsa hepsi insanın lezzetten başını döndürecek gibi… Biz o gece, işte bu lezzet zirvesi sayesinde en huzurlu uykumuzu uyumuş olabiliriz 😊
Pazar sabahı açtık gözümüzü mis gibi güneşli bir Antakya sabahına. Tabii ki önceki yazıdan okuyanlar bilir, şehre varışımızın ikinci günü keşifle geçiyor. En ücra köşelerden meydanlara su gibi akıyoruz. Öncelikle iş için şehirde bulunduğumuzdan ve vaktimiz fuar zamanına kadar olduğundan sabahın erken saati kendimize keşfe atıyoruz. Eğer tatil için gelenleriniz varsa en güzeli peyderpey keyfini sürün derim. Antakya üç dinin de merkezi ve Hristiyan inancı için önemli bir hac noktası olduğundan geçen çağlar boyunca her tarihi yapının, eklenen her geleneğin birbiri bile hoş bir bağlantısı var. İlk durağımız kaldığımız otele de yakın olduğundan Hristiyanlığın bilinen ilk kilisesi olan Saint Pierre Kilisesi. Burası aslında bir mağara. Hristiyanlığın ilk yayıldığı dönemler özellikle Pagan inancı hâkim olduğundan, Hz. İsa’nın havarileri bunu gizlice yaymaya çalışıyor. Her inancın ilk zamanları gibi bu süreç tabii ki çok sancılı geçiyor ve zulme uğruyorlar. Havarilerden Aziz Petrus burada gizli toplantılarla bu inancı yaymaya başlıyor. Bu dine inananlara Hristiyan adı ilk burada verilmiş derler. Yıllar yıllar sonra Papa 6. Paul burayı Hristiyan dünyası için bir hac noktası olarak belirliyor. O günden beridir de Antakya’da en çok ziyaret edilen noktalardan biri.
Bir diğer bu olayla bağlantılı yer de, bulunduğumuz yere çok uzak olmayan Habibi Neccar Camii. Saint Pierre’den çıkınca aynı yol üzerinden biraz seyre dalıp yürürseniz kendinizi Habibi Neccar Camii’nin tam önünde bulursunuz. Yine dönüyoruz Hz. İsa dönemine. Rivayet odur ki, yine Saint Pierre ile bağlantılı olarak, şehre yolu düşen Hz. İsa havarilerinden biri halka açık alanlarda halka bu yeni ilahi tebliği yaya dursun halk çok öfkelenir. Öfke dalga dalga dönemin kralının kulağına kadar gider. Gittiyse de çare olmaz, öfkelenenler kadar etkilenenlerde olacaktır, tarih bu ya… Bizim marangoz Hazret, Habibi Neccar Bey de öfkeli halka karşı havarileri savunur. Durun etmeyin yapmayın derken o da bu yolda halk tarafından başı kesilerek katledilir. Derler ki kesilen baş dağın olduğu yerden bugünkü Habibi Neccar Camii’ne kadar yuvarlanıp gelmiştir. Evvelden bu Camii’nin olduğu yer bir pagan tapınağı iken daha sonra bu tapınak yapı İslam ordularının bu bölgeyi fethi ile camiye çevrilmiş ve bugün bu şekilde ibadete açık olarak bulunmakta. Türkiye sınırları içerisinde ilk cami olduğu kabul ediliyor. Yapının asıl karakteri olan Habibi Neccar’da görmek isteyenler için caminin dört metre altındaki oda da türbede yatmakta imiş efendim.
Biz kaç bin yüzyılı içinde barındıran bu etnik şehrin tarihinde gezinirken aynı saniyelerde şehrin bir başka köşesi olan Antakya Ortodoks Kilisesi’nde Paskalya bayramı dolayısıyla Türkiye’nin dört bir yanından gelen Hristiyanlar kahvaltı ediyor ardından akşamki kutlamaya hazırlanıyorlar. Şehirde somut olarak görünmeyen ancak mekanlarda ve otellerde göze görünen kalabalık paskalya sebebiyle… Biz de bu hareketlilikten payımıza düşeni alıyoruz tabii, ortalık şenlik yeri gibi olmuş. Gezip dolaşırken azcık serinlemek isterseniz Habibi Neccar’ın az ilerisinde bizim gibi mola verebilirsiniz. Burası ne mi? Meşhur Affan Kahvesi. Tam ana caddenin kenarında kime sorsanız gösterir cinsinden bir yer burası. İçeride bir imam ve papazı birlikte kahve içip sohbet ederken görebileceğiniz bir yer.
Buranın anlata anlata bitiremedikleri bir tatlısı varmış dediler, adı Haytalı. Dibinde muhallebi üzerinde bir top dondurmanın üzerine dökülmüş gül suyu. Hazır yol üzerinde gezerken biz de kendimizi buraya attık. Epey seveni varmış, gelmişken es geçmeyelim tadalım dedik. Kahvesi falan gayet güzel… o bir yana ama herhalde damak tadımız uymadı ki biz Bu Haytalı ile pek uyuşamadık. Bakalım siz ne düşünürsünüz.
Affan ile selamlaşıp çıkınca kendimizi baharat çarşısında buluverdik. Hatay demişken baharat anılmadan olmazdı tabi. Gezinirken burnumuza kimyon kokuları çarpmaya görsün akılları tüm lezzetiyle humus geldi elbet. Biz yol üzerinde Tarsus’da Kervan Humus’ da yemiştik. Ana yemek niyetine, böyle bir lezzet az rastlanırdı. Ancak Antakya için tek bir nokta söylemek kayırmak olur o nedenle nerede denk gelseniz rahatlıkla humus yiyebilirsiniz. Baharatların içinden yürürken kendimize ve İstanbul’daki sevdiklerimize bir Antakya kahvesi almadan dönmeyelim gezimizi de bir kahve hatırıyla tamamlayalım istedik. Hatay’ı gezmek bununla sınırlı kalamaz elbet daha birçok önemli yeri ziyaret edemeden işimize dönmek durumunda olduğumuzdan size buraya minik bir gezi noktası daha önerelim. Vaktiniz olursa Antakya merkez haricinde mutlaka Samandağ ve Türkiye’nin Ermeni Köyü olan Vakıflı Köyüne uğramanızı öneririm. Osmanlı İmparatorluğu’nun da öncesinden bugüne sayısız Ermeni vatandaşa ev sahipliği yapan bu köy, hele bahar ayında mis gibi Portakal çiçeği kokuları içinde sizi karşılayacaktır. Ermeni ev sahiplerinin rehberliğinde özel bir gün geçireceğiniz şüphesiz. Küçük turumuzla kendimizce birkaç söz söylemek oldu bizimkisi. Daha nicesi sizden olsun. Bizim için Hatay; eşsiz tatlarıyla, sazıyla sözüyle, barış içinde yaşayan etnik halklarıyla kalbimizde bir köşe oldu. Yine geleceğiz nasılsa gezip görmek isteyene her mevsim bahar…