İstanbul, Osmanlı ve Anadolu üzerine yazdığı gezi ve tarih kitaplarıyla tanınan John Freely’nin çeyrek asır boyunca yaptığı geziler ışığında yazdığı, yıllar yılı pek çok yabancı turiste mihmandar olan “Türkiye’nin Batı Kıyıları – Ege ve Akdeniz Kıyılarında Yolculuk” adlı kitabı, Doğan Kitap tarafından Türkçe yayımlandı… Kitap, Batı kıyılarımızın hafızası gibi… (Kaynak: Hürriyet Kitap Sanat – Nilay Örnek)
“1926′da, İrlanda kökenli bir ailenin oğlu olarak New York’ta doğdu. Babası mezarcı, annesi temizlikçiydi. 17’sinde liseyi bırakıp II. Dünya Savaşı’na katıldı. Döndüğünde savaşa katılanlara lise mezunu olmasalar da üniversite bursu verildi. Fizik okudu. 1951’de üniversiteden mezun olduktan sonra, dokuz yıl gündüzleri farklı işlerde çalıştı. Geceleri de New York ve Princeton Üniversiteleri’nde mastır ve doktorasını tamamladı. Eşi Dolores’le bu dönemde evlendi.
İstanbul’a ilk defa 1960 yılında Robert Kolej’de fizik öğretmenliği yapmak üzere geldi. Boğaziçi Üniversitesi’nin kuruluş sürecine tanıklık etti. 1980’lerde dünyanın farklı kentlerinde yaşadıktan sonra 1993’te eşi ve üç çocuğuyla birlikte temelli İstanbul’a döndü ve bir daha hiç ayrılmadı.“
Elbette bu paragraf, 2017 yılında, 91 yaşında İstanbul’da hayatını kaybeden John Freely’yi anlatmak için yeterli değil. Ama bir başlangıç. Fizik dersi veren ama gezi ve tarih ağırlıklı 50’yi aşkın kitap yazan bu enteresan adam, aynı zamanda modern bir Evliya Çelebi’ydi.
John Freely’nin, Doğan Kitap tarafından Lale Akalın çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılan “Türkiye’nin Batı Kıyıları – Ege ve Akdeniz Kıyılarında Yolculuk” adlı kitabına bu bilgiler ışığında bakmak aydınlatıcı oluyor.
Zamanında pek çok turist, Türkiye’nin Batı kıyılarını, haritalarla da desteklenen bu nitelikli rehber kitapla gezmiş. Zihnimde ilk, “1988 yılında yayımlanmış bir ‘gezi rehberi’ ne kadar güncel olabilir?” sorusu beliriyor.
İşte burada ilk önce Freely’nin, tarih ve mitolojiyi harmanlayan ‘zamansız’ üslubu devreye giriyor. Bu arada bazı maddi veriler de editör dip notlarıyla güncelleniyor. Ardından şaşırmalar başlıyor.. Kendimi sık sık “Vay canına! Eskiden öyle miymiş?” derken, kimi zaman da çok sevdiğim Batı kıyılarının hiç bilmediğim halini özlerken buluyorum… Freely, bol tarihsel bilgiyi gününün gözlemleriyle harmanlarken, pek duygu karıştırmadığı objektif bir dil kullansa da, gözlerimin nemlendiği bile oluyor…
ANTİK KENTLER MERKEZDE
John Freely, Türkiye’nin batı kıyılarını ilk, eşi ve üç çocuğuyla birlikte Türk Deniz Yolları’nın ‘Tarih’ adlı vapuruyla yaptıkları yolculukta, 1961’de görmüş; İstanbul’da bindikleri vapurdan Antalya’da inmişler. Ardından gemilerle, eski ahşap balıkçı tekneleriyle, yolcu otobüsleri ve dolmuşlarla, eşi Dolores’in kullandığı ikinci el otomobilleriyle çeyrek asıra yayılan yolculuklar yapmışlar. Kitapta da sık sık dönemler arasında geçişler var… Freely, hem bölgenin tarihi çağ çağ, katman katman yazıyor, hem de 60’lardan 80’lere, bölgelerdeki değişimi anlatıyor. Kitaptaki yolculuk da Çanakkale’den, Homeros’un İlyada’sının rehberliğinde gezilen Troya Ovası’ndan başlayıp “Doğu’nun Güzel Tacı” Antakya’da sona eriyor.
Freely’nin gezilerinde gidilen şehirler, kıyılar hakkında bir takım genel bilgiler olsa da başrolde arkeolojik ören yerleri var desem yalan olmaz.
Patara’dan Ksanthos’a, Hierapolis’ten Bergama’ya pek çok antik kent gezisi var kitapta… Bugün bile çok az kişinin Euromos antik kentini bildiğini, efsanevi güzellikteki zeytin ağaçlarının altında Freely gibi oturmadığını düşündüm kitabı okurken.
Freely, Pergamon’u bir başka seviyor, Aphrodisias’a hayranlığını saklamıyor.
Kitapta insan anlatımı, otel ya da restoranlara göndermeler yok denecek kadar az. Genellikle de keçi peyniri-ekmek, çay ya da şarapla geçen öğünlerinden bahsediyor. Anadolu lokantaları bahsi geçtiğinde de “yemekler güzeldir, atmosfer hoştur ve yerli halk yabancılara karşı istisnasız her zaman misafirperverdir” diyor.
John Freely, Türkçesini de Yunancasını da bir hayli geliştirmiş. Zaten belli ki insanlarla konuşmayı pek seviyor. Pek çok köy evinde kalıyorlar; bir kısmı antik kent kalıntılarıyla inşa edilmiş köy evleri… Yazarın böyle evlerle ilgili olarak yazdığı “Şimdi, geçmişin kalıntılarından inşa edilmişti” ifadesi pek hoşuma gidiyor.
Anılan birkaç otelin bugün hâlâ olması beni şaşırtıp gülümsetiyor. Freely, köy ya da kentlerin isimlerinin anlamlarına, kökenleri de giriyor çoğunlukla, ‘Kulaksız Camii’ gibi isimleri ise anlamakta zorlandığı oluyor.
‘AYVALİ… GÜZEL AYVALİ’
Kitap yazıldığı dönemde Çeşme, sakin bir kıyı kasabası; Kuşadası eski ve sessiz bir balıkçı köyünden bir turistik merkeze yeni dönüşmüş. Çok sevdikleri dostları Cevat Şakir Kabaağaç’ın Bodrum’u da keza öyle, kalabalık değil…
Freely Ailesi, Ayvacık yolunda bir deve kervanına katılıyorlar; Yörük panayırından izlenimleri muazzam. Bugün bunu görebilmek mümkün mü bilmem…
Bozcaada ve İmroz için “Bu iki adanın nüfusu hâlâ esas olarak Yunanlardan oluşmaktadır” diyor yazar, ilgi çekici
Freely, ara ara mübadeleden bahsediyor. Bir Ayvalık gecesinde, yan masalarında oturan Yunanlılar, Lesbos’dan gelmiş. Aileleri mübadeleden önce Ayvalık’ta yaşayan, 1923’ten sonra Lesbos’a yerleşen bu ekip bir Yunanca şarkı seslendiriyor Ayvalık’ta. Özlem dolu ağıdın nakaratı şöyle:
“Gözlerim Ayvali kadar güzel bir köy görmedi
Sor bana, çünkü gördüm orayı.
Gümüş kapıları, altın anahtarları vardır,
Hem de güzel kızları, soğuk su kadar taze.”
BATI KIYILARIMIZIN HAFIZASI
John Freely, kitabın başında bir yerlerde “Türkiye’nin batı kıyıları, üstüne tekrar tekrar resim yapılmış bir tuval gibi, çeşit çeşit uygarlıkların yazılıp yazılıp silindiği ve tekrar yazıldığı tarihi bir parşömen haline gelmiş; yolcularca keşfedilmeyi bekleyen, derin katmanlardan oluşan bir görüntüdür” diyor.
Ne ilginçtir ki, “Türkiye’nin Batı Kıyıları – Ege ve Akdeniz Kıyılarında Yolculuk” da bende benzer bir duygu uyandırıyor. Bugünün tuvalinden biraz boya kaldırıp Türkiye’nin bir dönemine bakıyorum sanki… Ve merhum yazarın yakın dostu ressam Ömer Uluç’un “John, sen İstanbul’un hafızasısın’’ deyişini anıyorum; John Freely bugün de hafıza olmayı sürdürüyor.